Böyle açıklamalar askerin işi olmamalı
GENELKURMAY Başkanlığı’nın Balyoz Davası’nda yargılanan askerlerin tutukluluklarına yapılan itirazın reddedilmesine karşı gösterdiği tepki, demokratik bir hukuk devletinde normal karşılanmamalı.
Açıklamada TSK’nın Balyoz Davası’na konu olan seminer ile ilgili defalarca izahat yapıldığı belirtiliyor ve tutukluluk hallerinin devamının “anlaşılamadığı” vurgulanıyor.
Yargılamaya konu olan mesele zaten o seminerin kendisidir.
TSK’nın seminer ile ilgili açıklamaları, bununla ilgili olarak askeri bilirkişilerin verdikleri raporlar ise bir mahkeme kararı sayılmaz.
Resmi kurumların yaptıkları açıklamalar, mahkemeleri bağlayıcı olsaydı, mahkemelere ne gerek vardı?
Söz konusu dava ile ilgili olarak ben de bazı kuşkularımı dile getirdim.
11 numaralı CD’de kayıtlı bulunan bazı bilgilerin, seminerin yapıldığı tarihle olan uyumsuzlukları kuşkuyu büyüten en önemli faktör ve bu da kuşkusuz ki sanıkların lehine değerlendirilmesi gereken bir delildir.
Oysa savcılığın bunu hiç dikkate almadığı, hatta tersine bu bilgiler doğru imiş gibi soruşturmayı sürdürdüğünü de biliyoruz. Söz konusu seminer ile ilgili olarak savcılık toplayabileceği bütün delilleri topladı. Çoğu aktif görevde bulunan subayların ise kaçıp gidebilecek yerleri zaten yok.
Bu nedenle ben de tutukluluk halinin devamını anlayamıyorum ama benim sözlerim sadece beni bağlıyor.
Ama bu konuyu dile getirmek, bununla ilgili eleştirilerde bulunmak devletin kurumlarının işi değildir.
Devletin düzeni içinde herkes kendi görevinin alanını ve yerini bilirse, bu demokrasimiz için de hukuk devleti için de daha hayırlı olur.
Yüksek rütbeli subayların, silah arkadaşlarına bireysel olarak sahip çıkmaları başka şeydir, bunun bir Genelkurmay Bildirisi haline getirilmesi başka şey.
Böyle bir “asker gölgesi”nin varlığı en çok o davada tutuklu bulunan ve şu anda masum olduklarını varsaymamız gereken subaylara zarar verir.
Almanya’daki dava Türkiye’yi bekliyor
ANKARA’da yürütülmekte olan Deniz Feneri soruşturmasında bir ilerleme sağlanamamış olması, Frankfurt’taki ikinci davayı da etkiliyor.
Almanya’daki muhabir arkadaşlarımdan edindiğim bilgiye göre Frankfurt adli makamları, Türkiye’nin gönülsüzlüğü nedeniyle bu davanın sonuçsuz kalması endişesindeler.
Endişenin kaynağı, ikinci davanın sanığı olarak haklarında iddianame yazılan kişilerin yargılanmak için Almanya’ya teslim edilmeyeceklerinin düşünülmesi.
Kanal 7’nin patronu Zekeriya Karaman, eski RTÜK Başkanı Zahit Akman, İsmail Karahan ve Harun Kapuyoldaş’ın mahkemeye çıkarılamayacak olmaları nedeniyle davanın görüşülmesine başlanamıyor.
Muhabir arkadaşlarımın verdiği bilgiye göre Türk savcıların sorgulama için Almanya’ya gitmeleri, Frankfurt’taki savcıları umutlandırmış ancak Türkiye’deki davada ilerleme olmaması rahatsızlık yaratıyor.
İş dönüp dolaşıp yine Türkiye’deki soruşturmanın hızlandırılması, bir suç tespit edildiyse yargılamanın yapılmasına geliyor.
Bu konuda bir ilerleme işareti de yok!
Tabii bir ikinci olasılık eskiden Almanya’yı kapı komşusu yapan bu sanıkların Almanya özlemiyle o ülkeye gitmeleri ve yakalanıp mahkemeye çıkarılmaları.
Böyle bir şey olmayacağını tahmin etmek de zor değil!
Bu kişilerin Almanya’ya giderek yargılanmalarını sağlayacak güç ise başta Başbakan olmak üzere AKP yönetiminin elinde.
Dolandırılan inançlı Türk vatandaşlarının haklarını savunmak için kıllarını kıpırdatırlar mı dersiniz?
Acemiler işi bilenlere bırakmalı
ÖSYM Yürütme Kurulu üyesi Prof. Dr. Ensar Gül, Radikal muhabiri Betül Kotan’a şöyle diyor:
“Programımız başarılıydı. Ancak Meteksan’da kitapçıkların hazırlanışı sırasında programın bir kısmı eksik çalışmış. Şıkları ve soruları rastgele dağıtması gerekirken, hep aynı kalıbı kullanmış. Biz de önceki gece fark ettik.”
ÖSYM Başkanı da hatanın “acemilik, eksiklik ve işgüzarlık”tan kaynaklandığını söylüyor.
Ve bütün bunlardan sonra da çıkıp “Bunlar oyunları bozduğumuz için başımıza geldi” diyor.
Hangi oyun, kim planlamış, ne yapacakmış, bunu söylemiyor.
Başarısızlık durumunda Türkiye’de en çok başvurulan bir savunma biçimi bu.
Böyle gizli planlardan ve oyunları bozmaktan söz ederseniz, yaptıklarınız yanınıza kâr kalabiliyor çünkü.
Medeni bir memlekette bunlar yaşansa ve 1 milyon 700 bin çocuk ve onların ailelerini yakından ilgilendiren böyle bir rezillik yaşansaydı sorumlular çoktan istifa ederlerdi.
“Acemiler” gider, yerlerine bu işi daha iyi yapabilecek insanlar gelirdi.
Televizyonlarda her gün konuyla ilgili onlarca uzmanı dinliyoruz.
“Bizden olmayana kamuda iş yok” prensibi geçerli olmasaydı bu uzmanların bilgilerinden yararlanmayı akıl ederler, başlarına da bu işler açılmazdı.
Öte yandan soruşturmanın sağlıklı yürümesi için de bu kişilerin artık o makamlardan uzaklaştırılması gerekiyor.
İlk günden beri bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor, herkesin kafasını daha çok karıştırıyorlar.