Başkanı eleştirmek için çok neden var
MİLLİ Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, ÖSYM Başkanı Ali Demir’i eleştirmenin haksızlık olduğunu söyledi.
Oysa bu olayda eleştirmemiz gereken bir kişi varsa o da ÖSYM Başkanı’ndan başkası değildir.
İddiaların ortaya atıldığı ilk andan itibaren tatmin edici açıklamaları yapmayan, bir söylediği, diğerini tutmayan, gazetecilerin Ankara temsilcilerine “acemilik ettik” diyen bir yöneticiyi eleştirmeyeceksek, kimi eleştireceğiz?
Ortaya çıkıyor ki sınav yanıtlarının şifrelenmesinde kullanılan “mod medyan” yöntemi ile ilgili olarak Google’da yapılan aramalar sınavdan bir gün önce zirvesine ulaşmış.
Bazı kişilerin, sınavdan bir gün önce birden bire akıllarına “mod medyan” yöntemiyle ilgili araştırma yapmanın gelmesi ilginç değil mi?
Sabah gazetesi, sınav ile ilgili soruşturmaya katılan “bir yetkili”nin ÖSYM’nin kullandığı şifreleme yönteminin dışarıdan çıplak gözle anlaşılmasının mümkün olmadığını söyledi.
Öte yandan kullanılan şifreleme yönteminin internette rekor düzeyde araştırılması size bir şey ifade etmiyor mu?
Birileri gevezelik mi etti yoksa belli çevrelere kullanılan şifreleme yönteminin ne olduğu özel olarak sızdırıldı mı?
Uzmanların açıklamalarını okuyorum, televizyon tartışmalarında dinliyorum.
ODTÜ Kriptoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Melek Yücel, doğru şıkların dağıtımlarının son derece yanlış bir şifreleme yöntemiyle yapıldığını söylüyor.
Bu bile ÖSYM Başkanı’nı eleştirmemiz için bir sebep değil mi?
Bizim kamu yönetimi düzenimizin temel hastalığı bir kez daha ortaya çıkıyor.
Sırf siyasi nedenlerle, işini iyi yapamayan bir bürokrat koruma altına alınıyor, sorunların üzeri örtbas edilmeye çalışılıyor.
Hükümet, bunu seçimde oy kaybetme korkusuyla yapıyor, buna kuşku yok.
Oysa bu sorunu tam olarak aydınlatmak ve sınava giren çocuklar ile velilerini rahatlatmak gerekiyor.
Unutmayalım: Bu günlük siyasetin ağız dalaşına alet edilecek bir mesele değil. Çocukların geleceği söz konusu ve örtbas çabası yerine gerçeği ortaya çıkarmaya çalışmak, soruşturmanın hızlandırılmasını sağlamak, ortada bir kasıt yok ise bunu açıklıkla ortaya koymak gerekiyor.
Hükümetlerin görevi budur. Hatalı bürokrata sahip çıkarak soruşturmayı etkileyip, yönlendirmek değil!
Savcılık bu konuyu da özel olarak araştırmalı
YGS’nin açıklanmaya muhtaç tek yönü “şifreleme” meselesi değil.
ÖSYM’nin, İstanbul’daki 17 okulda toplam 6 bin 100 kız öğrenci için “harem-selamlık” uygulamaya gitmesi de açıklanmaya muhtaç.
ÖSYM yetkililerinin Hürriyet Muhabiri Esra Kaya’ya söyledikleri çok ilginç:
“Normal şartlarda adayların sınav salonları bilgisayar ortamında belirleniyor ancak bu gibi olağanüstü durumlarda biz müdahale ediyoruz. Tesadüf değil, kız öğrenciler için pozitif ayrımcılık söz konusu!”
Bunun nasıl bir “pozitif ayrımcılık” olduğunu anlamak zor. Hadi diyelim ki anladık, neden sadece 6 bin 100 öğrenciye? Böyle bir haktan yararlanmak isteyenler sadece bu kadar mıydı?
Yoksa bilmediğimiz başka “pozitif ayrımcılık” biçimleri de oldu mu?
Mesela sınav yapılan bu “özel salonlara”, özel gözetmenler atandı mı? Onlar da öğrencilere “pozitif ayrımcılık” yaptı mı?
ÖSYM, istediği adayların nerede sınava girebileceğine elle müdahale edebiliyorsa, başka şeyleri de “elledi” mi? Bazı soru kitapçıklarının, bazı adaylara özel olarak yönlendirilmesi gibi?
Savcılık, şifreleme ile ilgili soruşturmasını yürütürken bu salonlarda neler olup bittiğini de araştırmalı ki akıllarda bir kuşku kalmasın.
Öte yandan şu soru da var tabii: Sınava erkek adaylar ile girmek istemeyen kız öğrenciler, üniversiteyi kazandıklarında sınavlara ve derslere nasıl girecekler? Üniversitelerin de böyle “pozitif ayrımcılık” uygulamaları ile ilgili bir hazırlığı var mı? YÖK bu işe ne diyor?