Bu doğru bir yol değil
BDP milletvekili Emine Ayna, “demokratik özerklik” isteklerinin “tartışılma ihtimali olmadığını” söyledi. “Artık senden talep etmiyorum. Ben yapıyorum, sana düşen beni tanımaktır” dedi.
Devamını da okuyalım: “Şunun anlaşılması gerekiyor. Kürtler birey değil, halktır. Kürtlük o topluluğun ortak tanımıdır. O tanıma sahip olanların ortak özellikleri vardır. Bunlardan biri dildir, diğeri yaşadığı topraklardır. Yaşadığı topraklardaki kaynaklar hakkında söz söyleme hakkı olmalıdır.”
BDP Kadın Meclisi’nin açıklamasında da şöyle deniliyor: “Evrensel bir hak olan ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını Kürtler için de demokratik özerklik statüsünde halkımızın iradesini tanımaya davet ediyoruz.”
Demek ki “demokratik özerklik” talebi ile ilgili olarak herhangi bir söz söyleme hakkına sahip değiliz.
Buna sahip olmadığımız gibi “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” çerçevesinde önümüze ne konulursa razı olmak durumundayız.
Yani, Türkiye’nin başka yerlerinde yaşayan Türklerin, BDP’nin Kürdistan diye tarif ettiği yerde yaşayan Türklerin ve Arapların, PKK-BDP çizgisi dışında bir gelecek hayal eden Kürtlerin bu konuda bir söz söyleme hakları bulunmuyor.
Dillerden düşmeyen “barış” böyle mi gelecek?
Elindeki silaha güvenen isteklerini dayatacak ve sorun çözülecek, öyle mi?
Bunun doğru bir yol olmadığını bu arkadaşlar ne zaman öğrenecek?
Beni kategorize etme!
OKUYUCULARDAN gelen mektupları düzenli olarak okuyorum. Vakit olsa hepsine yanıt yazmak isterdim ama ne yazık ki buna olanak bulamıyorum. Onun için bu toplu yanıtı yazma ihtiyacı duydum.
Bu mektupların bir bölümünü okurken kendimi bir tür şizofren gibi algılıyorum.
Bir kişilik bölünmesine uğramışım ve içimde hem bir Ergenekoncu, darbeci var, hem bir demokrat. Bir yanım AKP’ye eğilimli, öbür yanım CHP’ye, hatta MHP ve BDP’ye eğilimli olduğumu bile düşünenler çıkıyor.
Her konuya Fenerbahçe gözlüğü ile baktığımı düşünen de var ama ertesi gün bir de bakmışım ki Fenerbahçe’ye ihanet etmişim!
İnsan bunları okudukça kendinden şüphe ediyor.
Acaba gerçekten bir kişilik bölünmesi mi yaşıyorum, fikirlerimin iç tutarlılığı yok mu diye endişeleniyorum.
Hem kendime güvenim artsın, hem de durum iyice anlaşılsın diye tekrarlıyorum:
Türkiye’de sivil siyasetin asker ya da polis vesayeti altında olmasına karşıyım. Demokrasinin tüm kurumlarıyla ve kurallarıyla hayata geçirilmesinden yanayım. Varsa askeri darbe planlayanların, ülkeyi doğal demokratik rayından çıkarmak için karanlık işler içinde olanların, kendini hukukun üstünde gören her türlü derin devlet yapılanmasının karşısındayım.
Bunların hesabının sorulmasından yanayım. Ama bu yapılırken temel insan haklarının ve evrensel hukuk kurullarının çiğnenmesine de karşıyım.
Bir hukuksuzluğu bertaraf etmenin yolu, insan hakları korunarak ve evrensel hukuk ilkeleri korunarak bulunabilir, dünyanın demokratik ülkelerinde bu yapılabiliyor, Türkiye’de de yapılabilir, böyle düşünüyorum.
Hükümetin bazı icraatlarını eleştirmem CHP’li olduğum anlamına gelmiyor, CHP’nin hatalarını eleştirmemin beni AKP’li yapmayacağı gibi.
Kendime ait bir fikri savunmam için kimseden bir çıkar sağlamış olmam da gerekmiyor.
Bazı okuyucuların böyle düşünmelerine bir anlam veremiyorum. Acaba onlar, benim konumumda olsalar kendilerine sağlanan çıkarlar nedeniyle fikirlerini değiştirebileceklerini mi düşünüyorlar, bunu gerçekten merak ediyorum!
Soruşturma hızlanmalı
ŞU anda en zor durumda olan kurum Futbol Federasyonu. (Benim bu yazıyı yazdığım saatte Federasyon toplantısı henüz bitmemişti.) Bir yandan süren bir şike soruşturması var, diğer yandan ligler ve Avrupa maçları başlamak üzere.
Elde sadece gazetelere yansıyan ilk ifadeler ve gazetelere sızdırılan bazı bilgiler var ve Futbol Federasyonu ne yapacağını bilmez bir halde.
Oysa Federasyon kendi soruşturmasını yapar, bir kanaate sahip olduktan sonra kararını verip, uygulayabilirdi. Bu yola neden gidilmediğini hâlâ anlayabilmiş değilim.
Öte yandan süren adli soruşturmada da bir yere varabilmiş değiliz.
Operasyonun ilk günlerinde gazetelere yansıyan bilgileri hatırlayalım. Emniyet’ten bir üst düzey yetkili “soruşturma dosyasının dört dörtlük olduğundan” söz ediyordu. Gazetelere yansıyan bilgilerden 14-15 maçta şike yapıldığının iddia edildiğini de biliyoruz.
Ama hâlâ ortada bunlarla ilgili bir şey yok!
Bu kadar maçta şike yapıldıysa, o şikeyi yapan futbolcular da olmalı ama Fenerbahçe maçlarıyla ilgili olarak Sivas ve Eskişehirli iki oyuncu dışında kimse tutuklanmadı.
Ligler bitti, Emniyet yetkilisinin iddia ettiğine göre dosya dört dörtlük ama öbür maçlarla ilgili bir hareket de görülmüyor. Neden?
Sivas ve Eskişehir maçları ile ilgili olarak gazetelere yansıyan deliller ile böyle bir suç nasıl kanıtlanacak? Elbette başka ne tür kanıtların olduğunu bilemiyoruz, iddianame ortada yok, kısa sürede de açıklanacağa benzemiyor.
Bu durumda soruşturmayı yürütenlerin biraz hızlanmasını istemek de kamuoyunun hakkıdır.
Adil yargılanma hakkını engellemeyecek bir hızlı yargılama gerekiyor.