Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu dosyanın da kaderi KPSS’ye benzemesin

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın ofisinde bulunan dinleme cihazlarının özel üretim olduğu ve imal edildikten bir gün sonra çalışma odasına yerleştirildiği ortaya çıktı.

Yeni Şafak gazetesinin bu konudaki haberine göre teknik ön incelemeler tamamlanmış.
Haber, cihazların özel olarak Erdoğan’ı dinlemek için hazırlandığını bildiriyor. Ayrıca sorgulamalardan elde edilen bilgiler de bir rapor halinde Başbakan’a sunulacakmış.
Bunu okuyunca “Eyvah” dedim, “Bu incelemeden de bir şey çıkmayacak, Türkiye’nin Başbakanını gizli böceklerle dinlemeye cüret edenlerin kimler olduğunu hiç öğrenemeyeceğiz”.
Öğrenemeyeceğiz çünkü ne zaman böyle bir incelemenin ön sonuçları bir rapor halinde Başbakan’a verilse, bir sonuç çıkmıyor!
Hatırlarsınız, KPSS’de kopya çeken çete ile ilgili olarak aynı şeyi yaşamıştık.
Başbakan o ilk günlerin heyecanıyla MİT Müsteşarı’nı ve Emniyet Genel Müdürü’nü yanına çağırmış, “Kopya çekenleri, soruları çalanları bulun, dosyayı da önce bana getirin” demişti.
Bildiğimiz kadarıyla MİT ve Emniyet, Başbakan’ın emrini ikiletecek kuruluşlar değiller.
Bir dosyanın hazırlandığını, olası suçlular ile ilgili bilginin bu dosyada olduğunu varsaymamız gerekiyor.
Ama savcılığa aktarılan bir şey olmadı, savcılık da kendi soruşturmasında bir adım ilerlemedi. Hatta kopya çektiğinden emin olunan insanların tümünün doğru dürüst sorgulandığını bile duymadık!
Bakalım “böcek” işinde de böyle mi olacak? Başbakan’a sunulan bu dosya savcılığa gidecek mi, yoksa Başbakan’ın özel evrakları arasında mı kalacak?
Normal bir demokraside, böyle bir suçu zaten savcılık bizzat soruştururdu ve dosya da zaten Başbakan’dan önce savcının elinde olurdu.
Ama burası “Türk tipi parlamenter sistemin” uygulandığı bir ülke, burada savcıların da gücü bir yere kadar!
Güçler ayrılığı dediğimiz şey elbette var! Güçlerden en güçlüsü bir yana, geri kalanlarının hepsi öbür yana, “güçler ayrılığı” derken bunu kastediyorlar!

İyi saatte olsunlar karışmazsa!

AMERİKALI turist Sarai Sierra’nın katil zanlısı Laz Ziya yakalanmış. Ortaya çıkıyor ki modern yöntemleri kullanabilen polis teşkilatı, çözülmesi en zor suçları bile çözümleyebiliyor, suçluya ulaşabiliyor.
Bunun bir istisnası var tabii: İşin içine “iyi saatte olsunlar” karışmaz ise!
“İyi saatte olsunlar” siyasetçi de olabilir, tarikatçı vs. de!
Bakın mesela Türkiye’de “siyaseti yeniden dizayn etmek isteyen” birileri önce Deniz Baykal’a, sonra bazı MHP yöneticilerine tuzaklar kurdular.
Bazı evlere gizli kayıt cihazları koydular, sonra o cihazların kayıtlarını kullanarak, siyasete yeni bir biçim vermeye çalıştılar. Ve yaptıkları yanlarına kâr kaldı. Kimse yakalanmadı, savcılığa kimse teslim edilmedi.
Oysa Sarai Sierra’nın katili şıp diye yakalanabildi.
On milyondan fazla insanın yaşadığı bir kentte güvenlik kameralarının kayıtları taranarak nereye gittiği, kimlerle nerede buluştuğu, en son gittiği yer vs. kolayca bulundu çünkü. Sonrası iyi polislik gerektiriyordu, onu yapacak kadrolar da demek ki varmış, zanlı yakalandı.
Peki, Deniz Baykal ve MHP yöneticilerine tuzak kuranlar, hiçbir güvenlik kamerasına yakalanmadan mı bu işi yaptılar?
Onca eve girip çıktılar, kameralar yerleştirdiler, sonra gidip o kameraları oradan tekrar çıkardılar. Nasıl oldu da hiçbir güvenlik kamerasına yakalanmadan bunu başardılar?
Yoksa asıl başarıları, güvenlik kamerasına yakalanmamak değil de, soruşturmanın başka yönlerde geliştirilmesini sağlamış olmaları mı?

Yağcılığın toplantı versiyonu

BİLMİYORUM başkası da bu işe benim kadar sinir oluyor mu?
Bu durum ile toplantılarda karşılaşıyorum. Bu her konuyla ilgili olabilir. Yeter ki o sırada toplantıda resmi zevattan birkaç kişi de bulunsun!
Diyelim ki Başbakan’ın, bakanların filan katıldığı bir toplantı ve konuşma sırası kendisine gelen herkes konuşmasına şöyle başlıyor:
“Sayın Başbakanım, Sayın Başbakan Yardımcım, Sayın Bakanım, Sayın Öteki Bakanım, Sayın Milletvekillerim, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Kaymakamım, Sayın İlçe Belediye Başkanım, basınımızın değerli temsilcileri, kıymetli konuklar!”
Konuşma sırası gelen, kendinden üst konumdakilerin sıfatlarını tek tek sayıyor, kendi astı diye düşündüğü kişilerin hepsi “sayın konuklar” oluveriyor. Tabii “basınımızın değerli temsilcileri” hitabı hiçbir zaman ihmal edilmiyor.
İsimleri tek tek sayılan zevat da zaten en ön sırada yerleşmiş bulunuyor, en ortaya en kıdemlisi gelecek şekilde tabii ki! Bazen onun için diğer konuklardan farklı, özel bir koltuk da koyuyorlar.
O makamlardakilerin de esasen bundan haz ettiklerini zannetmiyorum, çünkü sebilhane sürahisi gibi en öne dizilip, boyuna isminizin anılması da sıkıcı bir durum olmalı.
Geçenlerde teşekkür ilanları ile ilgili yazdığım yazıda sözünü ettiğim türden bir yağlama–yıkama durumu bu aslında.
Bu yüzden de tedavisi mümkün değil. Tek çaresi benim gibi bu tür toplantılardan köşe bucak kaçmak!