Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu ne özgüven böyle!

ENERJİ Bakanı Taner Yıldız, Radikal’e verdiği röportajda şöyle diyor:

“Biz nükleer santrallarımızı 2071 yılında kapatmayı düşünüyoruz.”

Bu sözleri okuyunca şöyle düşünebilirsiniz: Demek ki bir hesap kitap yapılmış ve nükleer enerjiye artık ihtiyaç duymayacağımız tarih olarak 2071 yılı bulunmuş!
Hayır, öyle değil. Bakan bu tarihi nasıl bulduğunu şöyle açıklıyor: “Yani Malazgirt’in 1000. yıldönümünde.”
İlginç bir “kutlama”! Türklerin Anadolu’ya geliş tarihlerinin bininci yılı aynı zamanda nükleer santralların tehlikelerinden kurtulmanın da vesilesi olacak!
Bu işe nasıl hesapsız kitapsız girildiğinin ipucunu veriyor bize.
Öte yandan Bakan’ın “biz” dediği de dikkatlerden kaçmamalı.
Bakan Bey 1962 doğumlu. Allah ömür versin inşallah, 2071 yılında 109 yaşında olacak.
Bu nasıl bir iktidar güveni ki 109 yıl sonrası için bile “nükleer santralları kapatacağız” diyebiliyor.
AKP’nin seçim propagandasında da benzer bir “özgüven” var. Cumhuriyet’in 100. yılı hedef gösteriliyor.
Bu pazar yapılacak seçimlerden sonra 2023 yılına kadar 3 seçim daha geçireceğiz.
Hadi diyelim ki bu seçimi çantada keklik görüyorlar. Sonraki 3 seçim için nasıl bu kadar eminler?
Yoksa Türkiye de Mısır’a mı dönecek? Bir kere iktidar koltuğunu kapanın 30 yıl o koltuktan inmeyeceği bir ülke mi olacak?
Bu bir bilinçaltının dışavurumu olabilir mi?

Gönülde yatan aslan meselesi

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “Özgürlüğün de bir sınırı var” dediğini okumuşsunuzdur.
Milliyet yazarı Nuray Mert’in bir toplantıda yaptığı konuşmayı beğenmeyip, onu seçim mitinginde hedef gösterdikten sonra televizyonda böyle söyledi.
Bizim temel sorunumuz da budur esasen.
Özgürlüklerin sınırlanabileceği ve hatta mutlaka bir sınırı olması gerektiği ile ilgili bir tutum bu.
Bugün geçerli olan anayasamızda da aynı düşünce var. Anayasa’da her türlü özgürlük tarif ediliyor ve sonra “ama” ile başlayan bir paragrafta o özgürlüklerin nasıl yok sayılabileceği anlatılıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerden sonra “özgürlükçü sivil anayasa” yapacağını söylüyor.
Ama onun da kafasının bir yerinde “özgürlüklerin bir sınırı olması gerektiği” ile ilgili bir saplantı var.
Bu saplantı durduğu sürece de iddia ettiği gibi özgürlükçü, sivil bir anayasayı yapabilmesi mümkün değil.
Zaten öyle bir niyeti olmadığını da biliyoruz.
Onun istediği esasen kendisini daha uzun süre, daha etkili bir konumda iktidarda tutabilecek bir değişiklik.
“Gönlünde yatan aslan” bu, özgürlükler filan değil!

Tarafsızlık ne olacak ‘benim güzel kardeşim’?

BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, geçen gün Yargıtay’ın yeni seçilen başkanı için şöyle dedi: “Benim güzel kardeşim seçildi.”
Arınç’ın konuşmasından anlıyoruz ki aradaki bağlantı sadece sınıf arkadaşlığından gelmiyor, ortak bir siyasi fikir için de “kardeşlik” söz konusu.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun elden geçirilmesiyle başlayan süreç böylece Yargıtay’da son meyvesini de vermiş demek ki.
“Yargının bağımsızlığını sağlayacağız” diye girilen yolda vardığımız yer “güzel kardeşimin” başkanlığı!
Bu haber gazetelerde yayımlandıktan sonra Yargıtay Başkanı’nın şöyle bir açıklama yapmasını beklerdim: “Evet eskiden öyleydi ama artık ben bağımsız bir yargıcım, siyasi fikirler ile bir kardeşliğim de yoktur!”
Biliyorsunuz yargının bağımsızlığı yetmiyor, tarafsızlık da gerekiyor.
Sadece bu nedenle, seçimlerde aday olmak için istifa eden ama aday gösterilmeyen ya da gösterilip de seçilemeyen kamu görevlileri arasında bir tek yargıçlar eski görevlerine dönemiyorlar.
Çünkü onların bir siyasi tercih ortaya koydukları ve artık tarafsız olamayacakları varsayılıyor.
Yargıtay’a yeni atanan yargıçların blok oy kullanarak yeni başkanı seçmeleri de siyasallaşmanın bir göstergesi.
“Benim güzel kardeşim” sözleri bu sevinci de ifade ediyor olmalı!