Bu ’ihmal’ değil, cinayet
KARAYOLUNA sekiz metre genişliğinde ve altı metre derinliğinde bir çukur kazıp, bunun gece görülmesini sağlayacak ışıklı işaretler de konmamasını sadece basit bir “görevi ihmal” ile açıklayabilir miyiz?
Öyle bir “ihmal” ki üçü çocuk yedi kişinin yaşamına mal oldu.
Bir düğün dönüşü yolculuğu, yola kurulan koca bir tuzak nedeniyle cenaze merasimine dönüştü.
Bu durum sadece Ankara – Adana karayolunun 47. kilometresine özgü değil.
Türkiye’nin dört bir yanında yollar kazılıyor, “asfaltlama yapıyoruz” diye mıcırlar dökülüyor; ama hiçbir ek güvenlik önlemine ihtiyaç duyulmuyor.
Yollardan geçenlerin şansı yaver giderse kaza olmuyor.
O gün şans meleği yanınızda değilse de sonuç böyle oluyor.
Bunun tekrarlanmasını önleyecek, yollarda inşaat yapanları kendilerine getirecek bir tek şey var.
Ve bunu sağlamak da ülkemizin savcıları ile hákimlerine düşüyor.
Bu kazaya neden olan çukuru açıp hiçbir güvenlik önlemi almadan öylece bırakanlar, “görevi ihmal ederek ölümlü kazaya yol açmaktan” değil, “adam öldürmeye tam teşebbüs” suçundan yargılanmalılar.
Bu davaya bakacak mahkeme öyle bir karar vermeli ki, bundan sonra yol inşaatlarını yapanlar, yeterli güvenlik önlemi alıp almadıklarını kırk kere düşünmek zorunda kalsınlar.
Hazine, yardımı ’harcayın’ diye veriyor
DEMOKRATİK Sol Parti’nin banka hesaplarında 80 milyon YTL’si olduğuna ilişkin haberi dün Hürriyet’te okurken tebessüm ettim.
Parti, parasını bankada tutuyor ve vadeli hesaba yılda yüzde 20 faiz alıyormuş.
Bu “tasarrufa” bakıp, “Aferin DSP yöneticilerine” demek mümkün!
Ama doğrusunu isterseniz ben bunu bir marifet olarak görmüyorum.
Hazine, siyasi partilere bir önceki seçimlerde aldığı oy oranına, milletvekili sayısına, örgütlenme durumlarına bakarak “yardım” yapıyor.
Yani, bizim vergilerimizle siyaseti finanse ediyor.
Bunun bir tek nedeni var: Partiler, eğer Hazine tarafından, kuralları önceden konulmuş bir şekilde finanse edilmezlerse, siyasete sadece parasal gücü olanlar hákim olabilir.
Bu durum da ülkede bazı siyasi görüşlerin barınamamasına yol açar. Kamu çıkarı bundan zarar görür, siyaset eşit ve adil bir şekilde yapılamaz.
Partilerin, bu parayla örgütlenmelerini finanse etmeleri, görüşlerini en geniş şekilde duyurabilmek amacıyla propaganda faaliyetlerinde kullanmaları gerekiyor.
Kısacası bu yardımın yapılmasının arkasındaki temel düşünce, paranın parti faaliyetleri için harcanması, üzerine kırk düğüm atılıp saklanması değil!
DSP yöneticileri buldukları her fırsatta görüşlerini halka ulaştıramadıklarından, medyada yeterli yer bulamadıklarından yakınıyorlar.
Bu görüşe katılmıyorum; ama diyelim ki medya, DSP’ye hak ettiği yeri vermiyor.
Peki, bu kadar parası olan bir siyasi partinin görüşlerini halka duyurmasının tek yolu gazetelerde, televizyonlarda yayınlanacak haberlerden ibaret midir?
Bakın DYP’ye, hazırlattığı filmlerle müthiş bir propaganda faaliyeti içinde.
Genç Parti de maç yayınlarında propaganda yapmaya başladı.
İktidardaki AKP bile bulduğu her fırsatta propaganda yapma çabası içinde.
DSP’nin görüşlerini yaymak için paneller, toplantılar düzenlediğini, yayınlar çıkardığını, halka görüşlerini duyurmak için kapsamlı kampanyalar yaptığını duydunuz mu?
Böyle bir şey duymadınız; çünkü para bankada uyuyor!
KKTC, asla yalnız kalmayacak
FORMULU 1 yarışında birincilik kupasının KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat tarafından verilmesi, gazetelere “Formula 1’in asıl galibi KKTC” şeklinde yansıdı.
Yarışı televizyonlarından izleyen 2.5 milyar kişinin böylece KKTC’nin varlığından haberdar olduğu vurgulandı. Dün Almanya’da yaşayan bir arkadaşımla konuştum. Bu konuşmadan sonra şunu söyleyebilirim: O 2.5 milyar kişiden en azından Almanya’daki izleyicilerin sayısını düşmek gerekiyor!
Arkadaşım, Talat’ın, Alman spiker tarafından “bölge başkanı” olarak tanıtıldığını söyledi.
Bizim televizyonlarda çıkan “KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat” alt yazısının da Almanya’da yayımlanmadığını belirtti. Başka ülkelerde de aynı şekilde mi oldu, bilemiyorum. Arkadaşımın alt yazıyı görmemiş olması, elbette bir anlık dikkatsizlik de olabilir; ama uluslararası yayınlardaki alt yazıların her ülkenin kendi televizyonu tarafından yayına verildiğini bilecek kadar da bu işlerle ilgim var.
Birincilik ödülünü KKTC Cumhurbaşkanı’na verdirmek, bazı ülkelerin televizyonlarında kendine yer bulmasa bile yine de önemlidir diye düşünüyorum.
Bu hiçbir işe yaramadıysa bile Türkiye’nin, KKTC’yi asla yalnız başına bırakmayacağını gösteren iyi bir jest oldu.
Sonuçları olumsuz olsa bile bu jest yapıldığı için pişman olmamak gerekiyor.