Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu tavır diktatörlere yakışır

Başbakan’ın ve yandaş medyanın dilinde, Kabataş’ta türbanlı olduğu için bazı kişilerin şiddetine maruz kalan genç kadın var.

Bu örneği kullanıyorlar, bunun üzerinden Gezi eylemlerine katılan herkesi suçluyorlar.
Polis, söz konusu kadına saldıran ve dövmeye kalkışan hayvanların (evet bu köşede böyle kelimeler okumaya alışkın değilsiniz ama başka tanım bulamıyorum) kimler olduklarını kolayca bulup savcılığa teslim edebilir. Bunca MOBESE kamerası ne işe yarıyor ve bunu kolayca yapabildiklerini de daha önceki örneklerden biliyoruz.
Bu ülkede, Gezi protestoları nedeniyle şiddete uğrayan tek kişi de bu hanım değil tabii.
Ama ne Başbakan’dan ne de yandaşlarından diğer şiddet kurbanları ile ilgili herhangi bir söz duymuyoruz.
Bunu kınamadıkları gibi, bu nedenle üzüntü duyduklarını bile duymadık.
Saçlarından sürüklenen genç kızlar için, yerde tekmelerle dövülen delikanlılar için, gaz fişeği ile hedef gözetilerek vurulanlar için, tekerlekli sandalyesinde TOMA’nın hedefi olanlar için ağızlarını açıp bir kelime söylemiyorlar.
Metroda bir grubun bıçaklı saldırısına uğrayan genç için de konuşmadılar. Metronun güvenlik kameraları çalışmıyor mu ki bu saldırganlar tespit edilemiyor?
Başbakan’ın Ankara mitinginde Bergüzar Korel’e ve Halit Ergenç’e hakaret eden pankartı taşıyan için de bir şey söylemediler.
Bir kadının onurunun çiğnenmesi için mutlaka dayak yemiş olması mı gerekiyor?
“Herkesin Başbakanı” olmak, herkesin hakkını savunmak, şiddete uğrayan herkes için üzülmek anlamına da gelir.
Vatandaşlarının bir bölümünün şiddet görmesini “Oh olsun” edasıyla karşılamak demokratik bir toplumun liderinin tavrı olamaz. Bu tavır olsa olsa diktatörlere yakışır!

Türk usulü siyasetin fotoğrafı

GEZİ Parkı ile ilgili olarak ortaya atılan referandum konusu, memleketimizde politikanın nasıl yapıldığının güzel bir örneği oldu.
Önce bunu AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’ten duyduk.
Ardından ertesi sabah Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 1. Dünya Savaşı’ndan beri unutulmuş bir kavramı hatırladı: “Plebisit yapılır, belediye kanununda yeri var” diye anlattı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Referandum demokratik toplumların başvurduğu uygulamalardan biridir. Bu tartışmaların bu şekilde istikamete girmesi olumlu. Diyalog ve hukuk çerçevesinde çözebilme olgunluğunu gösteriyoruz” diye destekledi.
Ana muhalefet partisinin TBMM Grup Başkanvekili Akif Hamza Çebi, bu konuyla ilgili olarak neden referandum yapılamayacağını şöyle açıkladı:
“Taksim Gezi Parkı ile ilgili 6. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı olduğu halde bu konuyu referanduma taşımayı düşünmek Anayasa’yı bilmemektir”.
Ortaya çıkıyor ki devletimizin en tepesinden itibaren kimse Anayasa’yı tam olarak okumamış.
Bu konuda ille de bir referandum yapmak gerekiyorsa önce Anayasa’yı değiştirmek gerekir, çünkü bizim ülkemizde Anayasa değişiklikleri dışında referandum yapılması mümkün değil.
Başbakan’ın sözünü ettiği Belediye Kanunu’nun 15. maddesi de zaten “referandum”dan değil, “kamuoyu araştırmasından” söz ediyor.
Şöyle diyor: “Belediye, belde sakinlerinin belediye hizmetleriyle ilgili görüş ve düşüncelerini tespit etmek amacıyla kamuoyu yoklaması ve araştırması yapabilir”.
Bu kanunun kabul edildiği tarih 9 Temmuz 2004.
Bu tarihte TBMM’de yapılan görüşmelere Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik ve Akif Hamza Çebi milletvekili olarak katıldılar, oy kullandılar.
Kanunu ne kadar dikkatle okuyup, özüne nüfuz edebildikleri bu konuşmalarından ortaya çıkıyor.
Çünkü bizde siyaset “Bir laf attım ortaya, gayrı Mevlam kayıra” düsturuyla yapılıyor.
Biz gazeteciler için iyi oluyor tabii, biz de bu incir çekirdeğini doldurmayacak konuşmalar üzerine yazdıkça yazıyoruz!

Tuttuğunuz yol çıkmaz sokak

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak Rize’de yaptığı açıklamada “Yanlışlar ilk gün yapıldı. Bu yanlışlar olmasaydı belki bu noktalara gelinmezdi” dedi.
Nitekim Konda’nın yaptığı araştırma eyleme katılanların yarısının meydana “polis şiddetine tepki duyduğu için geldiğini” gösteriyor.
Eylemlere katılanların yüzde 79’u hiçbir partiye ya da derneğe üye değil.
Araştırmanın ilginç bir verisi de parka gelenlerin yüzde 15’i olayla ilgili ilk haberi bir arkadaşından, yüzde 70’i sosyal medyadan duymuş. Haberi ilk kez televizyondan duyanların oranı yüzde 7!
10’dan fazla haber kanalı olan bir ülkede haber televizyonculuğunun durumu bu!
Yüzde 60’ı da daha önce hiçbir eyleme katılmamış.
Başbakan bu tabloya ve Cumhurbaşkanı’nın sözlerine bir bakıp yeniden düşünmeli.
Kuşkusuz ki bu eylemi şiddetle bastıracak bir güç elinde var.
Sözlerine bakarsak zaten aklındaki de bundan daha başka bir şey değil.
Güce tapmak, kendi gücüne âşık olmak ona bunu düşündürüyor.
Ama ortaya çıktı ki bu eylemi şiddetle bastırmak daha sonra çok daha kapsamlılarının fitilini de ateşleyecek.
Erdoğan, eğer “yönetilebilir” bir ülkede başbakanlık yapmak istiyorsa bugüne kadar tercih ettiği yöntemle bunu başaramayacağını görmeli.