AKP, Fas’ta da işbaşında!
FRANSA’nın saygın gazetelerinden Le Monde’da 19 Mayıs günü ilginç bir haber yayımlandı. Haberin kısa bir özetini Hürriyet de cumartesi günü yayımladı.
Laik düzene samimi olarak inanan ama “liberalizm adına” türbanın okullarda kullanılmasında bir sakınca görmeyenleri yakından ilgilendireceğini düşündüğüm bir haber bu.
Haber, Fas’ın büyük kentlerinde kaba kuvvete dönüşmeyen ancak sert ikna yöntemleri kullanılarak kadınların türban takmaya zorlandıklarını anlatıyor.
Özellikle üniversitelerde ve okullarda yaygınlaşan bu uygulamayla, başı açık kız öğrenciler türbanla örtünmeye zorlanıyorlar.
İslamcı baskı nedeniyle öğretmenlikten ayrılmak zorunda kalan bir kadın şunları söylüyor: “25 yıl önce üniversitemizde tek bir öğretmen türban takıyordu. Bugün ise durum tam tersi. Küçük tacizlerin ve baskıların birikmesi, kız öğrencileri ve öğretmenleri türban takmaya zorluyor.”
Bir üniversite hocası, 1992’de kadın ve erkek öğretmenlerin bir arada oturabildiklerini ama artık bunun mümkün olamadığını anlatıyor.
Türban konusu gündeme geldiğinde hep ihmal ettiğimiz bir gerçek var.
Geleneklerden ve İslami görüşlerden destek alan görünmeyen bir baskı, birçok genç kızı ve kadını türban ile örtünmeye zorluyor.
Türbanın “kadının sosyalleşebilmesi için gerekli modern bir araç” olarak sunulduğuna bile tanık olabiliyoruz.
Fas örneği, bu gelişmeye engel olunmadığı takdirde nelerin olabileceğini gösteren örneklerden sadece biri.
Fas’ta da dini siyasete alet eden, türbanı kullanarak güçlenen ve yakındaki seçimlerden galip çıkacağına kesin gözüyle bakılan bir parti var. İlginç bir isim benzerliği: Parti de la Justice et du Developpement! (Adalet ve Kalkınma Partisi.)
Türkçe konuşan Müslüman Yunanlılar!
BATI Trakya’da “Süper Valilik” için adaylığını koyan Gülbeyaz Karahasan’ın, hafta sonunda Vatan’da yayımlanan röportajı Yunanistan’ı karıştırmış.
Yunan medyasının ayağa kalkmasına neden olan şey, muhabirin okuyucuyu bilgilendirmek için röportaja koyduğu bir “ek bilgi”: İskeçe nüfusunun yüzde 30’u Türklerden oluşuyor.
Yunanistan devletine göre Batı Trakya’da yaşayan, Türkçe konuşan ve kendilerini Türk olarak hisseden insanlar “Türk azınlık” değil.
Yunanistan o bölgede yaşayan Türkleri “Müslüman azınlık” olarak tanımlıyor. Ulusal kimliklerini reddediyor. İnsafsız bir tecrit ve yıldırma politikası, Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkede yıllardır sürdürülüyor. Bu politikaların, yerinden yurdundan koparıp “vatansız” duruma düşürdüğü on binlerce insan var.
Bu durum, Avrupa Birliği nezdinde bir insan hakları sorununa dönüştürülemiyor.
Ve bu ülkede şimdi “Pontus soykırımı” için ağıtlar düzülüyor, anıtlar dikiliyor, Türkiye’nin bir soykırım yaptığını kabul etmesi isteniyor.
“Pontus soykırımı” yapıldı denilen tarihlerde Balkanlar’da, Batı Trakya’da nelerin yaşadığını, yüz binlerce insanın sistematik bir etnik temizliğe tabi tutulduğunu, on binlercesinin yollarda öldürüldüğünü ise kimse hatırlamak istemiyor.
Kendi yarattığımız iç meselelerle o kadar meşgulüz ki bu çok açık “yok sayma” politikasına karşı hiçbir şey yapmıyoruz.
Danıştay’ı korumak kimin işiydi?
BUGÜN Hürriyet’te kamu görevlilerinin işlerini yapmak konusunda bazen ne kadar isteksiz ve vurdumduymaz olabileceklerini gösteren bir haber var.
Ve bu ilgisizliğin sonucunu bir yargıcımız canıyla ödedi. Ülke bu cinayetin şokuyla ne zaman atlatabileceğimizi bilmediğimiz bir gerilime sürüklendi.
Oya Armutçu’nun haberi, Danıştay’ın bugüne kadar tam dört kere “bina korumasız, önlem alın” diye ilgili yerlere yazı yazdığını ortaya koyuyor.
Danıştay’ın son yazısı 11 Nisan tarihini taşıyor. Saldırıdan yaklaşık bir ay önce yani.
Dün haberleri izlerken baktım Abdullah Gül, “Ucu nereye varırsa varsın bu işin başını bulacağız” diyordu.
Benzer sözleri Başbakan ve Adalet Bakanı da söyledi.
Cinayeti planlayan çetenin ortaya çıkarılması yolunda atılan adımlar da bu sözleri doğruluyor.
Ama bunca acıya ve gerilime yol açan ihmalin hesabının sorulduğuna, sorulacağına ilişkin herhangi bir işaret de yok.
İçişleri Bakanlığı’nın Danıştay’ın koruma isteklerine neden doğru dürüst yanıt verilmediğini inandırıcı biçimde açıklaması gerekiyor.
Katillerin peşinde koşarken, onlara bu eylemlerini yapma zeminini hazırlayan kamu görevlilerinin ihmalleri gözlerden kaçmamalı. Bu suç da cezasız kalmamalı.