Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bunu böyle satmayı kimse başaramazdı

SON yılların en başarılı halkla ilişkiler kampanyası, “füze kalkanı” vesilesiyle AKP hükümeti tarafından yürütüldü .

Gazetelere bakıyorum, verilen demeçleri dinliyorum, “büyük bir diplomatik zaferden” söz ediliyor.
Oysa bu işin en başında söylenenlerden hiçbiri de gerçekleşmedi.
Ama kamuoyunda öyle bir hava yaratıldı ki herkes büyük bir diplomatik zafer kazanıldığını zannediyor.
Bakın New York Times ne yazıyor: “Türkiye füzesavar parçaları için para da istemişti.” Para filan verilmedi, tam tersine bu işe kaç para harcayacağımızı henüz bilemiyoruz.
Wall Street Journal: “Türkiye’nin son haftalarda yaptığı taleplerin çoğundan ya vazgeçildi ya da kontrol merkezinin Türkiye’de olması talebinde olduğu gibi sonraya bırakıldı. Zirveye katılanlar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu konularda bastırmadığını söylediler.”
Türkiye’nin isteklerinden bir tek “İran’ın hedef ülke olarak gösterilmemesi” kabul edildi ki hedefin kim olduğunu zaten herkes biliyor, adını söylemesen de bir şey değişmiyor.
Nitekim İran da hedefin kendisi olduğunu biliyor. Füze denemeleriyle gövde gösterisi yaparak, gelişmeleri “son derece şüpheli” diye niteleyerek bunu gösteriyor.
Böyle bir tabloda böyle bir “diplomatik başarı” havasını yaratabilmeyi Goebbels bile başaramazdı!
Meselenin hiç tartışmadığımız boyutu ise bu işin bize kaça mal olacağı.
Elbette böyle bir sistemi kendi başımıza kurmanın maliyeti ile kıyaslanabilecek bir şey değil ama neresinden baksanız 5 yıl içinde harcanacak 100 milyar dolardan payımıza düşeni biz de ödemek zorundayız. Ve bu ne kadardır, bilmiyoruz.
“Komşularımızla sıfır sorun” politikasının savunma harcamalarımızı düşüreceğini zannederken karşımıza yeni bir fatura çıkıyor. Demek ki komşularımızla o kadar da sorunsuz durumda değilmişiz.
Bakalım hükümet dış politika hedefleriyle bu çelişkiyi nasıl açıklayabilecek?

100 Tarihi Lokanta’ya saygılarımla

Dr. Oğuz Erka- ra’nın yazdığı “100 Tarihi Lokanta” (Cinius Yayınları) kitabını merakla okudum, bakalım tarihi lokantalardan kaçında yemek yemişim diye.
Skorum fena değil ama belli ki biraz daha çalışmam ve Anadolu’da gezmeye daha çok zaman ayırmam gerekecek.
Kitabı okurken en çok dikkatimi çeken şey, lokantaların çoğunun ilk açıldıkları yerde faaliyet göstermiyor olmaları.
İlk lokantalar ya istimlAk kurbanı olmuş ya da “yap-sat” furyasının kurbanı. İlk açıldığı yerde faaliyetini sürdüren lokanta sayısı son derece az.
Bu Türkiye’nin en temel sorunlarından biri aslında! Yıllar önce bir yerde okumuştum, Ankara’da sadece Cumhuriyet döneminde aynı arsa üzerindeki binaların üç kez yıkılıp, yeniden yapıldığını anlatıyordu.
Muazzam bir yıkıp yapma iştahımız var ama ne yazık ki kent merkezlerimiz birbirinden kötü görünümlü binalar ve beton dökülüp “güzelleştirilmiş” meydanlarla dolu.
“Şu bölgeyi yıktık, içindeki yüz yıllık lokanta da o arada yıkıldı ama bakın yerine ne güzel bir yer yaptık, insanlar şimdi burada yaşamaktan daha mutlu” diyebileceğimiz bir köşe de yok üstelik!
Böyle bir ülkede küçük aile işletmeleri olan lokantaların bunca yıl ayakta kalması da başlı başına bir mucize olmalı ve değeri bilinmeli.
Bu mucizeyi başaranları, lokantaların artık rahmete kavuşmuş kurucularını, işi aynı titizlikle devam ettiren çocuklarını ve torunlarını saygıyla selamlıyorum.

Gerçek ‘uluslararası başarı’ diye buna derim

TIME’ın “yılın adamı” yarışmasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Lady Gaga’nın önünde birinci sırada gidiyormuş.
Belli ki geleneksel Türk sporu, “internette kendi adamımıza oy verelim” bu konuda da işliyor.
Benim için bu üzücü bir durum da sayılmaz. Türkiye’nin Başbakanı, Türklerin oyları ile de olsa “yılın adamı” seçiliyorsa, buna neden üzüleyim. Ama o kadar büyük bir başarı olmadığını da biliyorum. Lady Gaga ile Erdoğan’ı mesela Roma sokaklarında insanlara sorun, bakın bakalım hangisi daha çok tanınıyor.
Bence “Bir Türk bunu başardı” diye bir şeyden hep birlikte gurur duyacaksak, bu yıl iki Türk böyle bir başarı gösterdi.
GQ Dergisi’nin, erkek giyim devi, tasarımcı Geoffrey Beene’nin kurduğu Georffrey Bene Gives Back (GB geri ödüyor) Vakfı’nın sponsorluğunda seçtiği “bilimin rockstarları” arasında bu yıl iki Türk var.
Birisi televizyonda programlarda yapan Dr. Mehmet Öz, diğeri ise Dr. Mehmet Toner!
Dr. Öz’ün neler yaptığını gazete okuyan herkes biliyor.
Dr. Mehmet Toner ise İTÜ’yü bitirdikten sonra gittiği ABD’de mikro ve nano teknolojiden yararlanarak biyomedikal mühendislikteki buluşlarıyla tanınıyor. Araştırmalarıyla kanser, yanık ve travmalar ile zarar gören hücrelerin tedavisinde önemli katkıları var.
250’den fazla bilimsel yayının, 44 kitapta özel bölümlerin yazarı. Buluşları ile 25 patent almış ve daha sadece 52 yaşında.
Ben bir Türk olarak başka Türklerin başarısından gururlanacaksam, böylesini tercih ederim.