HÜRRİYET

Ceberut devlet anlayışı

MUĞLASPOR Başkanı geçtiğimiz gün kısa bir “demokrasi ve insan hakları” macerası yaşama olanağı buldu.

Suçu, sahanın ortasında futbolculara zarf içinde para dağıtan Vali Yardımcısı’na “Bu kulüp bir kurum, parayı bize verin, biz dağıtalım” demiş olması.

Vali Yardımcısı da yanındaki polislere döndü ve “Alın bu adamı” dedi!

“Alınan adam” karakola götürüldü ve sonra serbest bırakıldı.

Muğla’dan gelen haberler arasında Emniyet Müdürü’nün de olaya müdahil olduğu ve Vali Yardımcısı’nın yasadışı emrini yerine getiren polisler için soruşturma açtığı da var.

Bu köşede, kamu yöneticilerinin halka bakış açısını gösteren bu türden çok örnek haber yayımladım.

Türkiye’de makbul olan kamu yöneticisi tipi böyle bir tiptir. Hot-zotçu, yasaları istediği gibi uygulayabileceğini düşünen, kendi iktidar alanına giren her durumda sadece kendisini haklı gören bir zihniyet bu.

Kendisi “amir” durumda olduğu için, herkesi de “memur” gibi gören bir kişilik yapısı.

Oysa tam tersi bir durum vardır: Amir olan halktır. Memurun orada bulunma nedeni halkın işini görmektir, maaşını halkın vergilerinden alır.

Bu bilinç ne halkımızda ne de kamu görevlilerinde yaygınlaşabildiği için, geldiğimiz bunca yola rağmen “ceberut devlet” illetinden kurtulmayı başaramadık.

Bükreş’te bir ’sorumsuz’ yetkili

BU yılki NATO “zirvesi”, Romanya’nın başkenti Bükreş’te toplanıyor.

“Zirve”, adı üzerinde NATO üyesi her ülkenin en yetkili yöneticisinin katılacağı bir toplantı!

ABD’yi Başkan Bush temsil ediyor mesela. Federal Almanya’yı da Angela Merkel. Gordon Brown da orada olacak, elbette Büyük Britanya adına.

Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Dışişleri Bakanı Ali Babacan temsil edecekler.

Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildiğinde hükümetin “dışişlerini” ona bırakacağı söyleniyordu, bu zirve bunun bir anlamda teyidi gibi.

Çünkü normal olarak bu zirvede hükümetler temsil ediliyor. Ülke adına söz söyleme yetkisi olan, söylediği sözün arkasında durup, ona uygun politikaları izleyebilecek durumda olan yetkili kişi demek bu.

Ve bizim anayasal düzenimizde bu tarif bir tek kişiyi gösteriyor: Başbakan!

Cumhurbaşkanlığı makamı “temsili” bir makam, o makamda oturan kişi “sorumlu” değil.

Bu nedenle NATO Zirvesi’ne katılmak da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün işi olmamalı.

Başbakan, işlerinin yoğunluğu nedeniyle bu tür toplantılara gidemiyorsa yerine gidecek kişiler de belli. Zaten konuyla ilgili iki bakan da orada olacaklar.

Elbette “Abdullah Bey’in Çankaya’da canı sıkılıyor, Ali Bey de bu işleri daha tam kavrayamadı, biz böylece bir taşla iki kuş vuracağız” diye düşünülüyorsa, söyleyebilecek bir şeyim yok.

Sadece şunu sorabilirim: Bir NATO zirvesini bile tek başına götüremeyecek Dışişleri Bakanı, acaba aynı zamanda AB görüşmeciliği görevini nasıl hakkıyla yapacak?

Karışık bir iş vesselam!

BU yıl da hac görevini yerine getirmek üzere Kutsal Topraklar’a gidecek vatandaşlarımız çekilecek kura sonucunda belirlenecekmiş.

Bununla ilgili haberleri okurken Diyanet İşleri yetkililerinin, yılbaşında yaptıkları tavsiyeler aklıma geldi.

Milli Piyango gibi şans oyunlarının günah olduğu, kumar sayılması gerektiği ve buradan kazanılacak paranın helal olmayacağına ilişkin açıklamalardı bunlar.

Hacca gideceklerin kura ile belirlenmesi de acaba böyle bir “kumar” sayılmaz mı?

Üstelik bu piyango sonucunda, farz olan bir ibadet gerçekleşecek.

Kurada kazanamayıp, kaybedenlerin bir farzı yerine getirememelerinin günahı kimin boynuna olacak?

Diyanet İşleri’nin mi, kurayı çeken imamın mı, Müslümanlara hac sırasında bile eziyet etmeyi marifet sayan Suudi Krallığı’nın mı?

Kurada kazanamayanların “Allah benim hac görevimi getirmeme razı gelmedi” diyerek depresyona girmelerini kim önleyecek, bunu da tartışmak gerek!

Ve elbette Diyanet’in “piyango-kura” gibi bir konuda bile böylesine farklı tutum almasını nasıl yorumlamamız gerektiği sorusu var.

Bu kadar sıradan bir meselede bile “bir öyle-bir böyle” yorum yapılabiliyorsa, önemli konulardaki görüşlere ne kadar itibar edilebilir, tartışmak gerek.