Hayalet seçimi!
İNGİLİZ The Guardian Gazetesi’nde önceki gün Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yayımlanan yorumda “hayalet seçimi” tanımlaması kullanılmış.
Yorumu yazan şaşkınlığını şöyle ifade ediyor: “Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekten sıra dışı. Çünkü kimse yarışmıyor.”
Bir Batılının bu durumu anlayabilmesi elbette çok zor!
Seçime üç hafta kaldı, hálá “kim aday olacak” diye papatya falı açıyoruz.
Bunu seçimin halk tarafından yapılmayacak olmasına bağlamak mümkün elbette.
Eğer seçimi halk yapacak olsa, adaylar ortaya çıkacak, fikirleri, programları, kimlikleri tartışılacak, “seçim seçime benzeyecekti”.
Ama bu bile içinde bulunduğumuz durumun acayipliğini açıklamaya yetmiyor.
Çünkü adaylıkların açıklanması için son dakikaya kadar beklemek gibi bir yasal zorunluluk bulunmuyor.
Bunun en önemli nedeni, Türkiye’deki siyaset yapma geleneğidir.
Bir avuç politikacının kapalı kapılar ardındaki gevezelikleri “siyaset yapmak” olarak pazarlanıyor.
Siyasi gelecekleri parti liderlerinin iki dudağının arasına sıkışmış milletvekillerinin de figüran oldukları bir oyun bu.
Halkın bu düzene katkısı ise arada bir gidip, parti liderlerinin gösterdikleri adaylara oy atmakla sınırlı.
Bu yüzden adayları görmek için son gün gece yarısına kadar bekleyeceğiz.
Sonra da “seçim demokratik oldu” diyerek, kendimizi kandıracağız!
İçişleri Bakanı için istifa zamanı
HRANT Dink cinayetinin azmettiricisi olduğu iddiasıyla tutuklu bulunan “büyük ağabey” lakaplı Erhan Tuncel‘in, cinayet günü bir polis memuruyla yaptığı görüşme, Emniyet’in bu olayda nasıl bir “gaflet” içinde olduğunu ortaya koyuyor.
“Gaflet” diyorum ama daha fazlasını düşünüyorum aslında.
Söz konusu polis memuru, Trabzon’da çalıştıktan sonra Bartın’a tayin olmuş ve istihbaratta görevli.
Olay günü yapılan görüşmesinde, polis memuru, Erhan Tuncel’e “Cinayeti sizinkiler mi işledi? Bana anlattığınız gibi mi oldu? Hani Ogün teslim olacaktı? Yasin mi yaptı?” gibi sorular soruyor.
Belli oluyor ki Trabzon Emniyeti, en başından beri cinayetin planlandığını, cinayeti kimin işleyeceğini, cinayetten sonra katilin teslim olacağını biliyordu.
Bu durumda Hrant Dink ile ilgili ciddi bir koruma önleminin alınmamasını, cinayeti planlayanların daha işin başında neden engellenemediğini öğrenmemiz gerekiyor.
Bu, Türkiye’yi karıştırmak ve zor durumda bırakmak isteyen çevrelerin “yönettiği” bir eylem mi, polis o çevrelere alet olduğu için mi cinayetin işlenmesini seyretti? Yoksa polisimiz bu kadar “saf” mı?
Polis istihbaratı suçu önlemek için mi çalışıyor, yoksa seyretmek için mi?
İçişleri Bakanı, emrindeki polislerin bu “gafletinden” habersizse, neden o koltukta oturuyor?
Başaran Ulusoy’un açıklaması
İSTANBUL’daki “kongre vadisinde” yapılacak inşaatın ihalesiyle ilgili olarak dün yazdığım yazıdan sonra TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy aradı.
Ulusoy, turizmciler olarak İstanbul’un değerlerinin “yıkılarak” korunamayacağına inandıklarını söyledi.
Önerilerinin, Açık Hava Tiyatrosu‘nun üstünün açılır kapanır bir mekanizmayla örtülmesi olduğunu, bu yöntemle tiyatronun 12 ay kullanılabileceğini düşündüklerini söyledi. “Bunu yaparken Açık Hava Tiyatrosu’nun dış görünüşünü değiştirecek bir ilave de tasarlamadık” dedi.
Ulusoy, kentlerin mimari dokularının korunması gerektiğini, İstanbul’da yapılacak yeni işlerin de buna özen gösterilerek yapılması gerektiğini savunduklarını açıkladı.
TÜRSAB Başkanı, artık Antalya‘da yeni otel yapılmasına karşı olduklarını, doğal güzelliklerimizin tahribine izin verilmemesi için girişimlerini sürdürdüklerini de anlattı.
Okuyucularıma duyurmuş olayım.