Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Cici demokrasi’ dediğin böyle olur!

ENERJİ ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Rize’de düzenlenen “enerji verimliliği” konulu bir panele katıldı.

Panelin neden Rize’de yapıldığını tahmin etmek zor değil. Rize’nin dereleri, barajlarla doldurulmak isteniyor, bunun bilimsel kılıflara sokulması gerek.
Panele Rize’deki “Derelerin Kardeşliği Platformu” dönem sözcüsü Ömer Şan da katılmış.
Bu sivil toplum kuruluşu, Rize’nin derelerinin hidroelektrik santralları ile kurutulmasına karşı mücadele ediyor.
Toplantı ile ilgili haberlerde “Türkiye demokrasisinin durumunu” gözler önüne seren bir “küçük ayrıntı” var.
Panel boyunca dört sivil polis Ömer Şan’ın yanından ayrılmamış. Çekilen fotoğraflarda, polislerden birinin elinde bir kamera da görülüyor .
İşte “AKP iktidarında şaha kalktığı” iddia edilen Türk demokrasisinin durumu bu!
Eğer hükümetin söylediğine ters fikirlere sahipseniz, eğer hükümetin şu ya da bu icraatına muhalif bir tutumunuz varsa sizi bekleyen en hafif şey polislerin peşinizden ayrılmamasıdır.
İşadamıysanız bu “takipçiler listesine” vergi ve sigorta memurlarını da eklemelisiniz.
Eğer kamuoyunda tanınan bir aydın kişilikseniz, peşinize “özel yetkili” savcılar da takılabilir, hayatınızın bir bölümünü neyle suçlandığınızı bilemeden hapiste geçirebilirsiniz.
Üniversite öğrencisi olarak bunu yapmaya cüret ederseniz, üniversiteden uzaklaştırılırsınız. Polis sizi önce güzelce döver, sonra da savcı amcalarınıza sizi “gizli örgüt mensubu” diye teslim eder. Yargıç amcalarınız da dosyaya bile bakmadan sizi “tutuklu” yargılamaya karar verir, gençliğiniz hapislerde geçer.
Bugünün Türkiye’sinde muhalif olmanın bedeli vardır ve ödersiniz.
Ama ille de “Bu ülkede demokrasi gelişiyor, ben de ondan yararlanmak istiyorum” diyorsanız o da mümkün. Sizden beklenen sadece “cici çocuk” olmanızdır. Hükümeti eleştirmeyecekseniz, demokratik haklarınızı son damlasına kadar kullanabilirsiniz!

İlk görüşte aşk mümkün mü?

AMERİKA’daki Syracuse Üniversitesi’nden profesör Stephanie Ortigue, âşık olmak için saniyenin beşte biri kadar bir sürenin yeterli olduğunu tespit etmiş.
Araştırma nasıl yapıldı, bu süre nasıl ölçüldü bilemiyorum. Haber birçok gazetede yayımlandı ama bununla ilgili bir ayrıntı yok.
Ancak araştırmada aşk ile bazı beyin salgıları arasındaki ilişki ile ilgili bölümler de olduğuna göre, bunun “kimyasal bir araştırma” olduğunu düşündüm.
Profesör Ortigue’nin araştırması, âşık olduğumuzda kendimizi uçar gibi hissetmemizin nedeninin beyin tarafından salgılanan 12 değişik hormon olduğunu da anlatıyor.
Evet, âşık olduğumuzda beynimiz bazı hormonlar salgılıyor olabilir ve bunu saniyenin beşte biri kadar bir süre içinde de başarıyor olabilir ama bu o kadar süre içinde âşık olduğumuz anlamına da gelmez.
“İlk görüşte aşk” meselesine geliyoruz yani!
Kişisel görüşüm şu ki birisini görür görmez âşık olmak o kadar kolay bir durum değil.
Birisini görür görmez hoşlanabiliriz. Onun yanında olmak, onunla konuşabilmek hatta ona dokunabilmek için dayanılmaz bir istek de duyabiliriz. Ama bu duyguya aşk adı verilebilir mi, emin değilim.
Aşk biraz daha kapsamlı bir durum olsa gerek. Salt “hoşlanmaktan” daha ileri bir durum!
Ve bunun için de herhalde biraz zaman da gerekiyor. Yakınlaşmak, tanımak, şu ya da bu özelliklerine vurulmak, bir süre sonra onsuz yapamıyor olmak için zaman gerekli.
Ve yine kişisel görüşüm şu ki âşık olma sürecinin uzunluğu, ilişkinin kalıcılığını ve uzunluğunu da etkiliyor olmalı.
“İlk görüşte âşık” olabilenlerin, yine aynı hızla başka aşklara da geçebiliyor olmaları gerektiğini varsaymak, yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Zaten o zaman ona da “aşk” değil, “seviyeli ilişki” diyoruz ki magazin dergileri bunlarla dolu.

Kalp, beynin hakkını yiyor!

BİZLERİ, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz düşünme yeteneğimiz ve kapasitemiz.
Bir beynimiz var ve o beyin her hareketimizi kontrol ediyor.
İşte, araştırmaların ortaya koyduğu gibi birisine âşık olmamızı sağlayan da beynimiz.
Evet, âşık olduğumuz insanı düşününce, karşıdan geldiğini görünce kalbimiz hızla çarpıyor ama ona öyle çarpması gerektiğini emreden de beynimizden başkası değil.
“İlk görüşte aşk” kavramından kuşkulanma nedenlerimden biri de bu zaten.
Bu son araştırma ile ilgili haberi de okuduktan sonra gözümün önünde değişik boylarda kırmızı kalpler uçuştu.
Aşkı simgeleyen tek şey hâlâ bir küçük kırmızı kalp!
Oysa o çarpmaktan başka hiçbir şey yapmıyor, onu da kendi kendine beceremiyor, beynin birtakım hormonlar salgılayarak onu harekete geçirmesi gerekiyor.
Yani aslında aşkı bir organımızla simgelememiz gerekiyorsa, çizilmesi gereken resim bir kalp değil, beyin olmalı.
Aşkı simgelesin diyerek o çirkin, her tarafından damarlar ve kaslar fışkıran kalbi nasıl stilize edip sevimli hale getirdilerse, pekâlâ beynimizi de sempatik bir şekilde stilize edebilirler diye düşünüyorum.
Tempo Dergisi’ndeki arkadaşlardan rica edeceğim, önümüzdeki Sevgililer Günü için ülkemizdeki grafik sanatçılarından aşkı simgeleyen birer beyin çizimi isteyip, yayınlasınlar.
Bakalım nasıl olacak?