Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu konuların MGK’da ne işi var?

DÜN, 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararlarının yıldönümünde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 27 Mayıs’tan ders alınmadığı için 12 Mart’ın, 12 Mart’tan ders alınmadığı için 12 Eylül’ün, 12 Eylül’den ders alınmadığı için 28 Şubat’ın yaşandığını söyledi.

Haksız olduğunu söyleyemeyiz. Bunların hepsi birbirinin devamı mahiyetinde işlerdir ve birinin yarım bıraktığını tamamlamayı hedefler.

Bütün bu darbelerle geçen sürecin yarattığı önemli kurumlardan birinin de Milli Güvenlik Kurulu olduğunu biliyoruz. Seçilmişleri denetlemek üzere kurulmuş, kendisini “devletin sahibi” olarak gören askerlerin günlük işlere karışmaları için icat edilmiş bir kurum!

Başbakan da zaten bunun farkında…

Önce Yüksek Askeri Şûra toplantılarında oturma düzeni değişti. Sonra MGK’da karışık oturma düzenine geçildi.

Ama bir gün önce yani 27 Şubat günü yaşadıklarımız, bu geleneğin kolayca kırılamadığını da düşündürtüyor bana.

27 Şubat’taki MGK toplantısına Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer de katıldı, gazetelerde okumuşsunuzdur. Milli Eğitim Bakanı, MGK üyesi değil.
Gazetelere yansıyan haberlere göre Dinçer, 12 yıllık zorunlu eğitim ile ilgili yasa değişikliği hakkında bilgi vermiş. MGK bildirisinde de Doğu’daki çocuklara daha kaliteli eğitim verilmesi, boş öğretmen kadrolarının doldurulması gibi konularda bilgi verildiği açıklanıyor. Cumhurbaşkanlığı da Dinçer’in MGK’ya davet edilmesinin bir önceki toplantıda kararlaştırıldığını bildiriyor.

Milli Güvenlik Kurulu’na bu konularda neden bilgi verilmesi ihtiyacının duyulduğunu anlayamadım.

Her iki konu da esasen TBMM’nin ve icra makamı olan hükümetin işidir.

TBMM’nin ve hükümetin yetki alanına giren bir konuda MGK’ya hâlâ bilgi verilmesi ihtiyacının duyulması eski alışkanlıkların kolayca değişmediğini gösteriyor.

İşkencenin adı ‘adam yaralama’ olursa

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’deki rektörler toplantısını protesto etmek için Ankara’dan gelen öğrencileri kent girişinde durduran ve otobüsten inmek isteyenlere ağır şiddet uygulayan polisler ile ilgili olarak soruşturmayı yürüten savcılığın “somut delil yok” sonucuna vardığını geçen gün yazmıştım. Savcı, haber görüntülerini bile izleme gereği duymamıştı.

Dün de Milliyet’te Gökçer Tahincioğlu’nun haberinden Dolmabahçe’deki olaylar sırasında burnu kırılan öğrenci ile ilgili soruşturmanın sonucunu öğrendim.
Hatırlayacaksınız, sağlam olarak gözaltına alınan öğrenci, oradan burnu kırılmış olarak çıkmıştı.

Bu marifeti yapan polisler ile ilgili olarak savcılık “kasten adam yaralama” suçundan ceza istiyor. Bu suçun cezası kanunda 1,5 yıldan 4,5 yıla kadar hapis olarak belirlenmiş.

Savcı, polislere “işkence” suçundan ceza istemiş olsaydı, 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası isteyecekti.

Dünyanın medeni herhangi bir ülkesinde, polis karakoluna sağlam olarak girip, burnu kırılmış olarak çıkan bir insanın işkenceye maruz kaldığı kabul edilir.
Karakolda gözaltında bulunan bir kişinin eli kolu bağlıdır ve burnu kırılıyorsa ciddi bir dayak yemiş olmalıdır ve bu da işkencedir.

Polisler, eğer öğrenciyi gözaltına alırken itiş kakış sırasında burnun kırılmasına yol açsalardı bu belki “adam yaralama” suçuna girebilirdi. Ama burada öyle bir durum yok. Öğrenci sağlam girmiş, burnu kırık çıkmış!

Hep bunu yazıyorum, yine yazacağım: İşkence ve kötü muamele ile mücadele ancak “sıfır tolerans” ile olur. Eğer işkencecileri amirleri ve yargı, az ceza almalarını ya da hiç almamalarını sağlayacak şekilde korursa işkence ve kötü muamele uygulamalarının önüne geçilemez.

Bu olayda da bir kez daha görüyoruz ki işkence suçunu işleyenler, bizzat bu suçu takiple görevli olanların müsamahasına da mazhar oluyorlar!

Arınç’a suikast soruşturması üçüncü yılına girdi

BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin bulunduğu Çukurambar semtinde o tarihte TBMM Başkanı olan Arınç’a suikast planladığı iddia edilen üç subay yakalanmıştı.

Subaylar sorgularının ardından serbest bırakılmışlardı, hatırlarsınız.

Bu iddia üzerine Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet savcısı soruşturma başlatmış ve Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki kozmik odaya giren bir yargıç, belgeleri inceleyerek notlar almıştı.

Taraf’ta Arzu Yıldız’ın dün yayımlanan haberine göre, kozmik odada “ele geçirilen” belgeler arasında 28 Şubat ile ilgili bazı yazışmalar da bulunuyormuş.
Savcılığın bunun üzerine Genelkurmay’dan 28 Şubat dönemindeki bazı yazışmalar ile ilgili bilgi istediği iddia ediliyor.

Herkesin gözünün önünde olup biten 28 Şubat için belge toplamak da gerekiyor olabilir tabii.

Arınç’a suikast düzenleyecekleri iddia edilen subayların yakalandığı gün 2009 yılının Aralık ayının 19’una rastlıyor.

Üzerinden iki yıl ve iki ay geçmiş bulunuyor.

Suikast soruşturması ile ilgili hiçbir gelişme yok. Bir iddianame yazılmış değil, yazıldığına ilişkin bir belirti de kamuoyuna yansımış değil.

Öyle görünüyor ki benden başka bu işin sonunun ne olduğunu merak eden de yok. Hatta Bülent Arınç’ın kendisi bile sanki merak etmiyor gibi.

Suikast planlayanlar gizli güçler tarafından korunuyorlar mı?

Yoksa ortada suikast girişimi yoktu da bizi oyalamak için mi böyle iddialar ortaya atıldı?

Savcılık soruşturmanın hangi aşamada olduğunu açıklamayı neden düşünmüyor?