Çiftten seçmeli bir test sorusu!
MEMUR alımı için yapılan KPSS’de sınav sorularını kimin çaldığı hâlâ bulunamadı.
Oysa bu iş ilk ortaya çıktığında ne kadar heyecanlanmıştık. Başbakan hem MİT Müsteşarı’na, hem de Emniyet Müdürü’ne talimat vermişti. “Yakalayın bunları, dosyayı da ilk önce bana getirin” demişti.
Hatırlayacaksınız, o günlerde MİT’in başına da yeni müsteşar atanmıştı, parlak bir bürokrat, “Bu işi kesin çözer” diye düşünmüştüm.
Aradan üç ay geçti. Ortada ne soruları çalanlar var, ne de çalınan soruların nasıl dağıtıldığına ilişkin bir bilgi.
Dünkü gazetelerde YÖK Başkanı dert yanıyordu, “Bu soruları çalanlar yakalanmazsa biz sınavlara güveni nasıl sağlayacağız” diye.
Yine dünkü gazetede MİT’teki reorganizasyonun tamamlandığı, MİT’in artık iç ve dış istihbaratı birbirinden ayrı iki birim eliyle yürüteceğini anlatan haber.
Sabah’ta okuduğum o habere göre MİT artık enerji meselesinden tutun da, finansal meselelere kadar on ayrı konuda dünyanın nabzını elinde tutacakmış!
Böylesine gelişmiş olanaklara sahip bir istihbarat örgütümüz var, Başbakan tarafından özel olarak görevlendirilmiş durumda, ama soru hırsızlarını bile bulamamış!
Polisi ve savcıların çabalarını da bunun üzerine koyacak olursanız karşımıza çıkan tablo bence Ergenekon’dan daha ürkütücü!
Çünkü Ergenekon örgütü denilen örgüt, ortaya çıkıyor ki “beş benzemez” adamlardan oluşuyor, her şeyi dinlendiğini kolayca tahmin edebilecekleri telefonlarda konuşmuşlar, hatıra defterlerine yazmışlar, bir baskında aranacağını bildikleri bürolarında, bilgisayarlarında planlar, krokiler saklamışlar. Bir tür “saflar örgütü” de diyebilirsiniz.
Ama KPSS’de soruları çalanlar belli ki daha örgütlü. Aradan üç ay geçti, soruların nasıl olup da çalındığını bile öğrenemedik. Çalanlar meçhul. Çaldıkları soruları nasıl bir organizasyon ile dağıttıkları sır! Peşlerinde MİT var, Emniyet var, savcılar var, ama yakalanamıyorlar, kim oldukları bulunamıyor.
Böyle bir örgütten korkmayıp, kimden korkacaksınız?
Ya da ikinci olasılık var: Bu işteki “olağan şüpheli” olarak ilk akla gelen yer malum tarikat yapılanmasıydı, hatırlayacaksınız.
Devletin istihbarat örgütleri bunu fark ettiler, Başbakan’a da söylediler ama kimse o tarikata bulaşmak istemediği için dosya sümen altına itiliverdi.
Ne dersiniz, hangisi doğru acaba? Çiftten seçmeli test sorumuz aşağıda:
A) MİT ve Emniyet beceriksiz çıktı, suçluları bulamıyor.
B) Suçlular bulundu ama “efendi hazretlerini” kızdırmamak ve “ittifakı” dağıtmamak için açıklanmıyor.
Bir Çağan Irmak filmi daha
GEÇEN gün bir grup gazeteci ile birlikte Çağan Irmak’ın önümüzdeki hafta vizyona girecek olan filmi “Prensesin Uykusu”nu özel bir gösterimde seyrettim. Bunu özellikle belirtiyorum ki kimseyi yanıltmış olmayayım. Ben film eleştirmeni olduğum için değil, filmin yapımcılarını tanıdığım için filmi vizyona girmeden izleyebildim.
Film bitip, salonun ışıkları yandığında ben de dahil olmak üzere herkesin gözü yaşlıydı.
Sonu iyi biten bir film insanın gözünü neden yaşartır? Yanıtlaması zor bir soru.
Film aslında çok basit bir öyküyü anlatıyor.
Bir küçük kız, geçirdiği bir travma ile bir tür bitkisel hayata giriyor, uykuya dalıyor ve iki üç iyi insan onu yaşama geri döndürmek için çabalıyorlar.
Filmin kahramanlarından Aziz (Çağlar Çorumlu) doğduğundan beri her ortamda gülümseyen bir tip. Aslında gülümsediğini biz çıkarıyoruz, büyük olasılık doğuştan kaynaklanan bir tür kas problemi, yüzüne hep tebessüm ediyor görüntüsü veriyor.
Onun bu görüntüsü ile ruhunun saf tarafı küçük bir kızın daldığı derin uykuda gördüğünü varsaydığımız bir rüyaya da dönüşüyor.
Acıklı bir film, ama aynı zamanda yüzünüzde bir tebessüm ile de izleyebileceğiniz bir film. Tuhaf bir çelişki gibi görünüyor ama izleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız. Dedim ya, ben film eleştirmeni değil, sıradan bir izleyiciyim.
Duygularıma hitap eden, içimde bir yerlere tıkıştırdığım “sulu gözü” tahrik eden filmleri severim. Bu da öyle bir film işte! Bir Çağan Irmak filmi.
Al benden de o kadar!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün eşi “İlkokulda türban olmaz” deyince, Cumhurbaşkanı bu görüşün arkasında olduğunu açıklamıştı. Hatırlarsınız.
Sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Özgürlükler noktasında farklı düşündüğünü” söyledi ama ne düşündüğünü tam olarak da açıklamadı.
Bu köşenin yazarı da dahil olmak üzere konu üzerine fikir açıklayan, konuşan herkes “Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında bu konuda bir fikir ayrılığı mı var” diye endişeye kapılmıştık.
Normal olarak böyle durumlarda “ast” açıklama yapar ve “üst” ile arasına kara kedi girmesin diye “Hayır ben de üstüm gibi düşünüyorum” der.
Bu kez öyle olmadı. Cumhurbaşkanı, Başbakan ile aralarında özgürlüklerin kullanımı açısından bir farklılık olmadığını söyledi.
Bunu nasıl anladı bilemiyorum, çünkü Başbakan’ın tam olarak ne düşündüğünü açıklamadığını biliyoruz. Belki eski arkadaşlıktan kaynaklanan bir durumdur, geçmişte bu konuları konuşmuşlukları vardır, oradan biliyordur.
Ama bu durumda “evin içinde” bir görüş ayrılığından kuşkulanmamız gerekiyor mu, onu bilemiyoruz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkmenistan yolunda gazeteciler yine bu konuyu açınca “Bu konuları konuşmaktan ciddi bir bıkkınlık geldi” diye konuşmuş.
Bu sözleri gazetede okurken “Al benden de o kadar” dedim. İşte bu konuda benim de Cumhurbaşkanı ile aramda bir görüş ayrılığı yok, açıklamış olayım.