Vekil rektör ne hissediyor merak ediyorum
ARAYA yolculuklar ve başka konular girince ilginç bir konuyu yazmam bugüne kaldı.
Giresun Üniversitesi Rektörlüğü’ne “vekâleten” Prof. Dr. Yılmaz Can atandı.
Prof. Dr. Can’ın vekil rektör olarak atanmasından 10 gün kadar önce de AKP Grup Başkan Vekili ve Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, kentte düzenlediği basın toplantısında şöyle konuşmuştu: “Sayın Can iyi tanıdığım, kaliteli bir arkadaşımdır. Kendisine her yönüyle kefilim. Şayet Giresun Üniversitesi’ne rektör olursa bizimle de uyumlu ve olumlu bir çalışma süreci yaşanır.”
Üniversite rektörlerinin siyasi iktidarlar ile “uyumlu ve olumlu” olmalarının, akademik faaliyetlerin iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, üniversitede eğitim ve öğretimin kalitesinin artması ile nasıl bir ilişkisi olabilir, bilemiyorum.
Tıpkı TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in, belediye başkanlığı seçiminde söylediklerine benziyor.
Partizanlığın açık bir itirafı!
Hatırlar mısınız bilmiyorum, Giresun Üniversitesi rektörlük seçimlerinde Prof. Dr. Can sadece 2 oy almıştı. Birisinin kendi oyu olduğunu tahmin edebiliriz.
YÖK, üniversitedeki seçimde 2 oy alan Prof. Can’ı liste başına koyup Köşk’e imzaya gönderecekti ki kamuoyunda bununla ilgili büyük bir tepki doğdu. Ben de o tarihte bununla ilgili bir yazı yazmıştım.
Bunun üzerine Prof. Dr. Can adaylıktan çekilmiş ve YÖK de listeyi Cumhurbaşkanı’na göndermekten vazgeçmiş, yeni seçim kararı almıştı.
Yeni bir seçim yapılmasını idare mahkemesi durdurunca YÖK, bu kez deyim yerindeyse “arkadan dolandı” ve Prof. Dr. Can’ı vekil olarak rektörlüğe atadı.
Ve Prof. Dr. Yılmaz Can, seçilemediği o koltukta, şimdi gönül huzuru içinde ve “iktidarla uyumlu, olumlu ilişkiler içinde” oturuyor.
Kendisine sadece “1 oy” vermiş üniversite hocaları ile koridorlarda karşılaştığında neler hissediyor, doğrusu çok merak ediyorum!
At içeri, orada yaşlansınlar!
MUSTAFA Balbay ve Tuncay Özkan’ın tahliye talepleri geçtiğimiz hafta bir kez daha reddedildi.
Bundan sonraki duruşma iki ay sonra yapılacak. Yani neresinden baksanız iki ay daha “içeride” kalacaklar.
Bu davanın iddianamesi açıklandığında, böyle bir iddianameyle yargılamanın on yılları bulabileceğini yazmıştım. Öyle görünüyor ki tahminimde yanılmayacağım. Ve yine öyle görünüyor ki mahkeme heyeti, iddianamesi yazılmış, duruşmaları başlamış, yani bütün delillerin toplanmış bulunduğu bir davada “uzun tutukluluk sürelerini” hiç dikkate almayacak.
İki gündür gazetelerde tam 14 yıldır tutuklu olarak yargılanan iki sanık ile ilgili haberler yayımlanıyor.
Şahap Doğan, 1996 yılında bir başka zanlının ifadesi üzerine tutuklanmış, idama mahkûm edilmiş, Yargıtay mahkûmiyet kararını bozmuş ama hâlâ tutuklu olarak yargılanıyor.
Ercüment Yıldız da öyle! O da 1996 yılında, 19 yaşındayken tutuklanmış, ama hâlâ tutuklu olarak yargılanıyor. Bu arada AİHM’de gereğinden çok uzayan tutukluluk süresi ile ilgili olarak Türkiye’yi de mahkûm ettirmiş ama kendisini bir türlü kurtaramıyor!
Parasız eğitim isteklerini bir pankart açarak dile getirdikleri için tutuklanan üniversite öğrencileri de halen tutuklu olarak hapisteler.
Böyle bir ülkede insan haklarına saygılı, bir hukuk devletinin varlığından söz edebilir miyiz?
Savcılık hükümetten mi çekiniyor?
Almanya’daki Deniz Feneri davasında kararı veren mahkeme, bunun “tarihin en büyük dolandırıcılık skandalı” olduğundan söz etmişti.
Şimdi Almanya’da ikinci dava başlayacak ama Türkiye’de hâlâ bir dava açılabilmiş değil.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma henüz tamamlanamadı.
Biliyorsunuz, “milli iradenin temsil edildiği yerlerden biri olan” TBMM’nin görevlerinden biri yasa çıkarmak ise, diğeri “denetlemek”.
TBMM’nin denetleme görevini yerine getirirken kullandığı araçlardan biri de milletvekillerinin verdikleri yazılı ve sözlü soru önergeleri.
Ve TBMM İçtüzüğü’ne göre bu önergeleri görmezden gelip, yanıtlamamak mümkün değil.
Bunun için bir süre de konmuş zaten. Sözlü sorular için 5 gün, yazılı sorular için 15 günlük bir süre bu.
DSP Milletvekili Süleyman Yağız, Deniz Feneri hırsızlığı ile ilgili olarak 16 Eylül 2008 tarihinde İçişleri Bakanı’na sorular yöneltmiş. Yanıt hâlâ yok!
Yanıt gelmeyince, aynı sorular yazılı olarak bu kez Başbakan’a sorulmuş. 3 Ağustos 2010 tarihli soru önergesine de halen yanıt verilmiş değil.
Yeri gelince TBMM’nin milli iradenin temsil edildiği en önemli yer olduğunu söylüyorlar ama sıra TBMM’nin görevlerini yerine getirmesine gelince ortadan kayboluyorlar!
Öyle görünüyor ki hükümet, bu konuların araştırılmasından, konuşulmasından rahatsız.
Hatırlayacaksınız, Başbakan’ın Deniz Feneri haberlerini yayımlayan gazetelerin boykot edilmesini istemesi, AB İlerleme Raporu’na bile girmişti.
Acaba, savcılık soruşturmasının bu kadar uzamış olmasının nedeni de bu mu?