Demokrasi kültürü ve orduya güven
AVRUPA Birliği ülkeleri ve Türkiye’de Gallup’un yaptığı “vatandaş memnuniyeti ve güveni” araştırmasını dünkü gazetelerde okumuş olmalısınız.
Benim için anlaşmanın en ilginç sonucu Avrupa Birliği ülkelerinde en beğenilen ve güvenilen kurumun “ordu” olarak ortaya çıkmasıydı. AB vatandaşlarının yüzde 67’si ordularına güvendiklerini söylüyorlar.
Biliyorsunuz Türkiye’de yaptırılan bütün araştırmalarda da “ordu” en güvenilir kurum olarak çıkıyordu. Nitekim bu araştırmada da halkımızın yüzde 86’sı orduya güvendiklerini açıklamış.
Türk halkının en güvenilir kurum olarak orduyu seçmeleri, aydın çevrelerde genellikle “Türk halkının otoriteye tapması, demokrasi kültürünü özümsememiş olması” gibi gerekçelerle açıklanıyordu.
İşte AB sonuçlarının benim açımdan ilginç olması bundan kaynaklanıyor.
Yüzlerce yıllık bir demokrasi kültürünün içinden geçmiş halklar da en çok güvendikleri kurum olarak orduyu işaret ediyorlar.
Bunun bir tek nedeni var diye düşünüyorum: Dünyanın her yerinde ordular iç disiplinleri, işlerini tesadüflere bırakmamaları ve zor durumlarda her zaman hazır oldukları imajı nedeniyle güvenilir bulunuyor.
Öyle görünüyor ki demokrasi kültürünü özümsemiş olmakla orduya güven duymak arasında doğrusal bir ilişki kurabilmek de mümkün değil.
Türk olmak kolay değil
GEÇEN gün bir pasaportum daha oldu. Lacivert plastik kapağı gıcır gıcır, üzerindeki yaldızları pırıl pırıl bir pasaport.
Onun arka kapağını, eski pasaportumun ön kapağına zımbaladılar. Eskisi, eskimiş, cildi dağılmış bile olsa atılamıyor. İçinde hálá geçerli vizelerim var. Bu yeni pasaportumla birlikte yanlış hatırlamıyorsam altıncı pasaportumu almış oldum. Hepsi vizelerle doldu, ön kapakları, arka kapakları birbirine zımbalanarak cebimde dünyayı dolaştı.
Çünkü ben Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyorum ve dünyanın öbür ucundaki ülkelere bile giderken pasaportumun bir sayfasına vize yapıştırtmam gerekiyor.
Pasaportumu her elime aldığımda sinirleniyorum ama elimden de bir şey gelmiyor.
Avukat arkadaşım Selim Sarıibrahimoğlu, Avrupa ülkelerinin Türklere vize uygulamasının Birlik mevzuatına uygun olmadığını ve bunun iptali için dava açma hazırlığında olduğunu anlatmıştı.
Dün pasaportumu yeni bir yolculuk için kontrol ederken aklıma geldi, Selim’i aradım ve davanın hangi aşamada olduğunu sordum.
Selim Sarıibrahimoğlu, işadamlarının vize alma zorunluluğunun “Ankara Anlaşması 12. maddesine, AB Anlaşması 85. maddesi ve bunun uzantısı olan Kopenhag Kriterlerine, 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararına, 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararına, ’Equal Footing’ prensibinin benimsendiği Adalet Divanı kararlarına, Katma Protokol Madde 41/2 ve AB Anlaşması madde 53’te ifadesini bulan ’Standstill Kuralı’ ve Adalet Divanı’nca verilmiş Abdülnasır Savaş Kararına” aykırı olduğunu iddia ederek dava açma hazırlığına başladığını anlattı.
Ancak dava açılması için işadamlarının vize uygulaması nedeniyle uğradıkları zararların tespitinin de yapılması gerekiyormuş ki iş de bu noktaya gelince tıkanmış.
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ve sivil kurumlarının Avrupa Birliği korkusuyla bu işe katkıda bulunmakta gönülsüz davrandığını anlatıyor Sarıibrahimoğlu. Bakalım “onların gönülleri yapılana kadar” daha kaç pasaport eskiteceğim?