Dış geziye temsilci seçme yöntemi!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan cumartesi günü beşinci kez “umre” yapmış. Allah kabul etsin.
Milliyet‘in haberine göre Erdoğan, Cidde Ekonomik Forumu‘na katılmak için Suudi Arabistan‘a gitmeden önce, AKP Merkez Yürütme Kurulu‘nda şöyle sormuş: İçinizde umre yapmayan var mı?
Dört kişi elini kaldırınca da şu talimatı vermiş: “Siz benimle gelin.”
Böylece onlar da “umre” yapma fırsatını bulmuşlar. Onlarınkini de “Allah kabul etsin” diyelim.
Yurtdışındaki bir toplantıya götürmek üzere temsilci seçmek için ne kadar ilginç bir yöntem!
Merak ettim, sayı daha çok çıksaydı, Ana uçağına sığmayacakları için THY’den bir büyük uçak mı kiralanacaktı acaba?
Ya da AKP MYK üyelerinin hepsi bir kere umre yapmış olsaydı, Başbakan bu geziye tek başına mı çıkacaktı?
Başbakan’ın, devlet yönetiminde keyfiliğe meyyal olduğunun bugüne kadar çok örneğini görmüştük.
Bu son hareketi de böyle bir keyfi yönetim anlayışının ürünü.
Bir de Cumhurbaşkanı olursa neler yapabileceğini siz hesaplayın artık.
Bu nasıl sınır güvenliği?
YUNANİSTAN’da yayımlanan Katimerini Gazetesi’nin İngilizce baskısında önceki gün bir haber çıktı.
Türkiye sahillerinden iki tekne ile yola çıkan 54 göçmen, Sakız Adası kıyılarında yakalanmış.
Geçen hafta da Sisam Adası‘na iki ahşap tekne ile giden 51 Somalili kaçak göçmenin ele geçirildiğinin haberi vardı.
Bu kişilerin Türkiye sahillerinden teknelere bindikleri bildiriliyor.
Açıklanması çok kolay olmayan (belki de çok kolay) bir durum var:
Kış günü, inin cinin top oynadığı bir sahilde, derilerinin rengi oralarda yaşayan halktan kolayca ayırt edilebilecek, Türkçeleri olmayan, varsa da kırık dökük konuşabilen, kadınlı, çocuklu bir insan topluluğu bu işi nasıl yapabiliyor?
Polisin, jandarmanın, sahil güvenliğin dikkatini çekmeden bu insanlar teknelere bindikleri ıssız koylara kadar nasıl gelebiliyorlar?
Türkiye sınırlarını o kıyılardan terk ettiklerine göre, daha önce başka bir yerden de içeriye girmiş olmalılar.
Biz sadece Kuzey Irak sınırındaki yasadışı geçişlerle ilgilenirken, belli oluyor ki başka yerlerdeki sınırlarımızı da iyi korumayı başaramıyoruz.
Alaturka Borat huzurlarınızda!
GEÇENLERDE bir okuyucu uyarısı aldım: “Yazılarınızda Borat diye birinden de söz ediyorsunuz? Kimdir bu?”
Bu e-postayı okurken fark ettim ki gazete köşe yazarının hiç yapmaması gereken bir hatayı yapmışım. Okuyucunun bilmece çözmek zorunda olmadığını unutmuşum. Şimdi bu hatayı telafi etmenin zamanıdır.
Borat, İngiliz komedyen Sacha Baron Cohen‘in yarattığı bir “Kazak Gazeteci” tipi. Filmi çok yakın bir geçmişte Türkiye’de de sinemalarda gösterildi.
Kılık kıyafeti ve konuşma tarzı bizim “İnternet Mahir”e benziyor.
Özbek, Çingene ve Yahudilere karşı ırkçı, homofobik ve kadın düşmanı bir dünya görüşü var.
Benim “Alaturka Borat” tiplemem bundan biraz farklı elbette.
Benim Borat’ım, biraz da Behiç Pek-Látif Demirci ikilisinin Gırgır’da yarattığı Muhlis Bey‘e benziyor.
Gazeteci, ama Türkçe bilmiyor. Kültürlü geçiniyor ama kitapları sadece dolabın üstünden bir şeyler almak için kullanıyor. Yazdığı gazeteyi bile okumuyor. Lokantadaki mönüyü bile sonuna kadar okuyamıyor.
Kendisine her söyleneni gerçek zannedip, yazmasıyla biliniyor.
Her fırsatta çok bilgili olduğunu göstermeye çalışıyor. Yazılarında sık sık bir yerlerde karşılaştığı insanların sorduğu sorulara yanıt veriyor. Bu okuyucular nerede görseler hemen ona bir soru soruyorlar.
“Orijinal Borat” gibi uzun boylu! Erzurumlu İbrahim Hakkı‘ya mal edilen “Kulli tavilun ahmak” sözünün canlı timsali!
“Boy sırası” bunlara geldiğinde başyazar da, genel yayın müdürü de olabiliyorlar! Sevgilerini ve nefretlerini ancak el-kol hareketleri ile gösterebiliyorlar.
En önemli sorunları kendileriyle çok meşgul olmaları ve kendilerini dünyanın merkezi zannetmeleri!