Doğru söz yanlış sonuç!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcının görev yerinin değiştirilmesi hakkındaki görüşü sorulunca şöyle dedi:
“Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Eğer hukuk devleti içinde Anayasa’nın belirlediği görevleri hepimiz kendi çerçevesi içinde yürütürsek hiçbir mesele kalmaz. Ben yargının işine karışamam, yargı da benim işime karışmamalı.”
Başbakan doğru bir önerme ile yola çıkıyor ama vardığı sonuç yanlış. Yargı, hükümetin işlerine karışabilir çünkü.
Yargı, yürütmenin işlemlerini ve eylemlerini denetleyebilir, hukuk devleti ilkesini hayata geçiren hususlardan biri de budur.
Yürütmenin “Anayasa ve kanunların belirlediği görevleri, o çerçevenin dışına çıkmadan yapıp yapmadığına” karar verecek olan merci yargıdır.
Başbakan ve AKP’nin önde gelen isimleri için yargı kurumu, yapılan işlemleri onayladığı sürece “bağımsız”!
Bunun aksi gerçekleştiğinde, hükümetin bir kararı yargıdan döndüğünde bu “bağımsızlık” meselesi hiç akla gelmiyor ve eleştiri başlıyor.
Hükümetin birçok konuda beğenmediği yargı kararlarının arkasından dolanmak, o kararları geçersiz kılmak gibi bir alışkanlığı da var.
Yargının, yürütmenin işlemlerini denetlerken kendisine Anayasa’nın ve yasaların verdiği görevi yerine getirdiği dikkate alınmıyor, birçok idari yargı kararı uygulanmıyor.
Başbakan’ın “idarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğu” kuralını içine iyice sindirmesi gerekiyor ki, söylediği sözün de bir anlamı olsun!
Soruşturmada yine aynı tehlike
? MALATYA’daki Zirve Yayınevi katliamı soruşturması çerçevesinde bazı ilahiyatçıların evleri ve işyerleri de arandı ve bir kez daha kitap taslaklarına, yazılacak kitaplar ile ilgili belgelere el konuldu.
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın evinden Saidi Nursi ve Fethullah Gülen ile ilgili olarak yayımlayacağı belirtilen belgelere de el konulduğunu gazetelerden okudum.
Konu bir kez daha özünden sapıyor ve bu kez akademik özgürlükler üzerinden düşünce özgürlüğünü hedef alıyor. Oysa Zirve Yayınevi katliamında son derece önemli gelişmeler oldu.
Ele geçirilen ses kayıtları ve sahte istihbarat raporları, katliamın karanlıkta kalan yönlerini aydınlatabilecek nitelikte.
Bununla ilgili olarak ele geçirilen belgelerde ve bir gizli tanık ifadesinde cinayeti azmettirdiği, planladığı öne sürülen zanlılar tutuklandı.
Dava bu somut ilişkiler üzerinden soruşturulmalıydı, üniversite hocalarının yazacakları, yazmayı tasarladıkları kitaplar üzerinden değil.
Elbette şu anda savcılığın hangi gerekçelerle üniversite hocalarının ev ve işyerlerini arayıp çalışmalarına el koyduğunu bilemiyoruz.
Aramaların “misyonerlik faaliyetleri üzerine yapılan çalışmalar ile ilgili olduğu” belirtiliyor. Bu çalışmalar ile suçun teşvik edilmesi arasında somut bir ilişki kuran kanıt ise bugüne kadar sızmış ya da ortaya konulmuş değil.
Soruşturmayı misyonerlik karşıtı faaliyetlerin tümüne yaygınlaştıracak olsak rahmetli Bülent Ecevit’e kadar uzanmamız gerekecek.
Oysa ortada somut bir katliam var. Katliamı gerçekleştirenler yakalanmış durumda. Katliam emrini verenler ile ilgili önemli kanıtlar var ve bu sanıklar tutuklu.
Soruşturmayı bu çizgi üzerinden sürdürmek, bu emri veren ve bundan belli bir siyasi sonuç çıkarmayı hedefleyen örgütün merkezine yönelmek yerine böyle yaygınlaştırmak, yine aynı tehlikeli sonuca yol açabilir: Gerçek suçun ve suçlunun gözden kaçırılması!
Başbakan’ın Başkanlık hayali
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, aklından hiç çıkmayan konuyu Londra gezisinde de gündeme getirdi.
Seçimden sonra Başkanlık sistemi ile ilgili Anayasa değişikliğini referanduma götüreceğini söyledi. Seçimden sonraki ilk işinin de yeni anayasa çalışmaları olacağını vurguladı.
Belli ki Başbakan, gireceği son seçim olduğunu söylediği bu seçimden sonra Köşk’e taşınmayı kafasına iyice koymuş.
Bu durumda şimdiki Cumhurbaşkanı’na da “erken emeklilik” görünüyor demektir.
Elbette bütün bunlar AKP’nin seçimde, bir önceki seçimdekine benzer bir milletvekili sayısına ulaşması ile mümkün olabilecek.
Öyle görünüyor ki Başbakan, seçim için yapılan araştırmaların verdiği sonuçlardan umutlanmış.
Yeni seçilecek TBMM hiç kuşkusuz ki Anayasa değişikliği dahil her türlü yasama faaliyetini yapacak meşruluğa sahip olacak.
Ama iş sistemi tümüyle değiştirecek, yeni bir anayasa yapmak ise yeni meclisin toplumun tüm kesimlerini temsil etme ehliyetini haiz olması gerek.
Yüzde on barajı nedeniyle geçtiğimiz seçimlerde halkın beşte birine ulaşan bir çoğunluk temsil edilemedi.
Bağımsız adayların aldığı yüzde 5 civarındaki oyun da önemli bölümü milletvekili çıkaracak sayıya ulaşamadı, temsil hakkı kazanamadı.
Başbakan elbette bir siyasetçi olarak doğru bulduğu bir sistemi hayata geçirmeye çalışabilir, bunda bir sorun yok.
Ama Anayasa’yı tümüyle yenileyecek bir meclisin, temsil ile ilgili sorunlarının olması, bu işin meşruiyetine gölge düşürür.
Önce temsilde adaleti sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.