Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Durduk yerde bir de Audi sorunumuz oldu!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, halkımıza Porsche alacağına Fiat ya da Volkswagen almayı önerince TBMM de kendine durumdan vazife çıkarmış.

Bu yıl TBMM’ye dokuz adet Audi alınacakmış, bunların sayısı dörde indirilmiş!
ÖTV böyle artmamış olsaydı aynı paraya beş tane alabileceklerdi, şimdi mecburen dört adet alabiliyorlar.
Bu durum gereksiz bir tartışmaya neden olacak diye endişelendim. Bu dört yeni Audi kime verilecek?
Meclis’te grubu olan dört partiye birer adet tahsis edilecek olsa, milli iradenin bundan zarar görme olasılığı var. Herkesin oyu bir değil ki!
Seçimlerde alınan oy oranlarına ve barajlı D’Hont sistemine göre dağıtılacak olsa iki adet AKP’li idare amirlerine, birer adet de CHP ve MHP’lilere tahsis edilmeli diyebiliriz elbette. Ama bu durumda da BDP’nin elleri boş kalıyor ki bu Kürtlere karşı yapılmış bir tür ayrımcılık sayılır mı acaba?
Yeni otomobillere sırayla binsinler de denilebilir tabii ama şimdi bir de bunun için kura çekmek gerekecek. Önce kimin, sonra kimin binebileceğini tespit etmek için. Bir de tabii “Saatinde teslim ettin, etmedin” tartışmasına da gebe bir durum olur bu!
Sanırım en iyisi Başbakan’ın işaret ettiği hedefe doğru yönelmek olmalı.
Dört tane pahalı otomobil alınacağına baştan planlandığı gibi dokuz yeni otomobil alınsın ama bunlar halkımıza önerilen cinsten küçük ve ucuz otomobiller olsun.
Normal olarak da bunlar elbette Türkiye’de üretilenlerden seçilmeli! Hem dünyanın dört bir yanına Türkiye’de üretilen otomobilleri satacağız ve bununla övüneceğiz hem de TBMM’ye bunlardan almayacağız! Bu çok saçma olur diye düşünüyorum.
Ben böyle yazıyorum ama aslında bunu Enerji Bakanı’na sorsak daha iyi olabilir. Onun son günlerde ilginç fikirleri olabiliyor, belki bu konuya da yaratıcı bir çözüm getirebilir.

İki seçim arası bir vaat!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerden önceki meydan konuşmalarından birinde emeklilere intibak yasası çıkartarak emekli maaşları arasında bir adalet sağlayacağına ilişkin söz vermişti.
Yıllardır çözülemeyen bir durum bu ve Başbakan bu kez verdiği sözü Kızılcahamam kampında tekrar hatırlattı.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e bununla ilgili yasayı hazırlaması talimatını verdi.
Bunu tekrar hatırlatmasına aslında gerek olmamalıydı ama belli ki ya Faruk Çelik onca işinin arasında bu vakte kadar bunu gerçekleştirme olanağı bulamadı, ya da Başbakan’ın o konuşmasını dinlememişti.
Bu konuyla ilgili son noktayı ise Başbakan Yardımcısı Ali Babacan koydu: “4 yıl içinde bütün emekliler intibak ettirilecek. 2014 seçimlerinden önce emeklilerimiz hakkını alacak.”
Babacan bunun bir maliyeti olacağını ama karşılayabileceklerini de ekledi.
Bu dört yıl da sürse sevindirici bir gelişme. Kızılcahamam toplantısında bu konuyu Başbakan’a hatırlatan milletvekillerine emekliler adına teşekkür etmeliyim.
Ama bir seçim vaadinin gerçekleşmesinin iki seçim arasına sığması ise ayrı bir rekor da sayılmalı.
Belli ki söz verilirken ötesi berisi fazla düşünülmemiş.
Eğer düşünülmüş ve hazırlığı yapılmış bir konu olsaydı gerçekleşmesi için ikinci bir seçim öncesini beklememize de gerek kalmayacaktı.

Hızlı yargılama adalet için yeterli mi?

ERGENEKON ve Balyoz davalarına bakan özel yetkili mahkemeler, yargılama sürecini hızlandırabilmek için birer yedek üye atanmasını istemiş. Bu istek HSYK tarafından da uygun görülmüş, bir iki hafta içinde mahkemelere yedek üye atanarak yargılamanın hızlandırılması hedefleniyormuş.
Bu konuyla ilgili bilgiyi dün Hürriyet’te Taha Akyol’un köşesinde okudum.
Bu davalar ile ilgili iddianameler açıklandığında bunun hiç bitmeyebilecek bir dava sürecine yol açacağını yazmıştım.
Birbiriyle ilgisi açık olarak kurulamamış sanıklar, dava ile doğrudan ilgisi olmayan kanıtlar ve telefon kayıtlarıyla şişirilmiş binlerce sayfaya varan dosyalar ile bu dava yıllarca sürebilirdi.
Nitekim öyle oluyor.
Adil yargılanma hakkını korumak, savunma hakkına zarar vermeyecek bir hızda yargılanmayı da gerektiriyor.
Bu açıdan yargılamayı hızlandıracak böyle bir önlemin alınması yerinde olacak. Böylece gereksiz yere uzayan ve bir cezalandırmaya dönüşen tutukluluk hallerine de bir çare bulunabilir.
Ama tam burada kendimize şu soruyu da sormamız gerekiyor: Tutukluluk hallerinin uzamasının nedeni sadece davanın ağır yürümesi mi? Yoksa sanıkların tutuklu olarak yargılanmasını gerektirecek kanunda yazılı hallerin dikkate alınmaması mı?
Kaçma olasılıkları olmayan, bazıları milletvekili seçilmiş, haklarındaki bütün deliller toplanıp, iddianameleri oluşturulmuş sanıklar, yargılama ağır sürdüğü için mi halen tutuklular?
Yargılama süresi boyunca sanıkların iddialar karşısındaki savunmalarının da hiç dikkate alınmadığını düşünmemizi gerektiren çok örnek olay var.
İçeriği doğru olmayan CD’lere dayanılarak yapılan tutuklamalar var örneğin. Ya da suçu işlediği iddia edilen tarihte, o görevde bulunmadıklarını resmi belgelerle kanıtlayanlar olduğu gibi! Aynı örgüte üye oldukları iddia edilen bazı sanıkların, aynı hücrede bile barınamayacak kadar birbirlerine karşı oldukları gerçeği de bir başka boyut!
Evet, hızlı bir yargılama için HSYK doğru bir girişimde bulunuyor ama mahkemelerin de sanıkların savunmalarına biraz olsun kulak vermeleri, adil yargılanma hakkının korunması için gerekmiyor mu?