Emniyet mi yasayı çiğnedi, savcılar mı?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Makedonya gezisinden dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada bazı Alman vakıfları ile ilgili bilgileri verirken şöyle bir söz de söyledi:
“Teknik takiple ortaya çıkan bazı noktalar var.”
Bu sözü söylediği Hürriyet, Zaman, Star’da yayımlandı. Bu gazeteleri temsilen o geziye katılan arkadaşlarımız mesleklerinde tecrübeli kişiler ve üçü birden yanılmış olamazlar.
Ben her ihtimale karşı bir gün daha bekledim, bir düzeltme olur mu diye. Başbakan o gün söylediği bazı sözlerin “cımbızlandığını” açıkladı ama bu sözüyle ilgili bir düzeltme yapmadı. Demek ki bu sözleri gerçekten söyledi diye düşünüyorum.
İlginç bir durum bu.
“Teknik takip” dediğimiz konu, iletişimin izlenmesi mevzuatı ile ilgili.
Anayasa tarafından korunan bir kişisel özgürlük olduğu içindir ki kanun iletişimin takibi işini sıkı kurallara bağlamış. Çoğu zaman kimse bunu takmıyor ama olsun, yine de böyle bağlayıcı bir yasamız var.
Savcılığın bunun için mahkemeden izin alması gerekiyor. İzin aldıktan sonra takibi yapan Emniyet’in topladığı bilgileri, görüşme kayıtlarının tutanaklarını, birbiri ile iletişim kuran kişilerin telefon numaralarını vs. savcılığa bildirmesi şart. Başkalarının bu bilgilere sahip olmaları suç. Savcılık da takip edilen suç ile ilgisi olmayan takip tutanakları ile görüşme tutanaklarını imha etmekle yükümlü.
Tamamen “bağımsız yargının” alanına giren bir uygulama ve bu uygulama içinde Başbakan’ın da yer alması oldukça tuhaf bir durum.
Ama anlıyoruz ki bu “teknik takiple ortaya çıkan durumlar” Başbakan’a bildiriliyor.
Bunu kim yapıyor olabilir? Ya Emniyet, görevinin dışına çıkarak bunlardan bir şekilde Başbakan’ı haberdar ediyor. Ya da savcılar, bağımsız olduklarını unutmuşlar gidip Başbakan’a bilgi veriyorlar.
Başbakan hükümet eliyle “yürütmeyi”, TBMM’deki parti çoğunluğu ile “yasamayı” yönetiyor. Belli oluyor ki şimdi de “yargı” ona doğrudan bağlanmış!
Kimse kusura bakmasın ama buna “demokratik hukuk devleti” diyemiyoruz!
Ayaküstü konuşma alışkanlığının sonucu
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Makedonya dönüşü gazetecilere söylediğini okuduğumuz ve “Alman vakıflarının belediyelere iş yapan müteahhitler üzerinden PKK’ya kaynak aktardığı” sözlerinin “cımbızlandığını” bildirdi.
“Ben ne diyorum? Belediye ile kredi sözleşmesi yapıyor. Geliyor, diyelim ki su kanalizasyon işi. Şu müteahhit firmaya verilecek diyor. Sözleşme o şekilde yapılıyor. ‘O müteahhit firma da şüpheli bir firma değil mi efendim’ diye soruyor yine bir gazeteci arkadaşımız. Benim de onlara işte ‘onlar işi o şekilde bağlıyorlar. Yani işlere yasalar şeyinde uygun düşecek şekilde muvazaalı olarak yapılıyor. Tabii bundan sonra bunlar yakalanınca, tespit edilince işte teknik takipler, şunlar bunlar vesaire’ diyorum” dedi.
Başbakan’ın “PKK’ya para gönderiyorlar” sözü Habertürk, Star, Yeni Şafak, Vatan ve Sabah gazetelerinde yayımlanan haberlerde var.
Bu kadar gazetecinin duyduklarını yanlış anlamalarının mümkün olmayacağına inanıyorum.
Ama koskoca Başbakan’a da “yalan söylüyorsun” diyemeyiz elbette. Belli ki o konuşma atmosferinde ya Başbakan bu sözü söyledi ama niyeti bu değildi. Ya da gazeteciler konuşmanın genel gidişatından bu sonuca vardılar, söylenmemiş bir sözü haberlerine koydular. Her ikisi de mümkün.
Bunun bir tek nedeni var: Politikacılarımızın ayaküstü, ağızlarına geldiği gibi konuşma alışkanlıkları!
Hele bir de yoğun geçen bir geziden dönerken uçakta rahatladılarsa, daldan dala atlayarak konuşurlarken böyle durumlar ortaya çıkabiliyor.
Gazeteciler o uçağa seyahat etmek için değil, haber toplamak için biniyorlar ve doğal olarak siyasetçiden bir şeyler söylemesini bekliyorlar.
Ve hazırlıksız konuşmalarda böyle sorunlar hep olabiliyor!
Belli ki ‘fişleme’ alışkanlığı sürüyor
GEÇEN gün Star gazetesinde ilginç bir haber yayımlandı.
PKK tarafından kaçırılan Kürt kökenli dokuz öğretmenin “ailelerinde örgüt yanlılarının” bulunduğuna ilişkin bir haber bu.
Haberde isim isim bu “yanlılığı” belirten bir liste var.
Bu listeye göre öğretmenlerden birinin amcası PKK’ya yardım ettiği için gözaltına alınmış, amcasının oğlu bir operasyonda öldürülmüş. Bir başkasının iki dayısının PKK’ya yardım ve yataklık ettiği bilgisi var. Birinin babası ve amcası aynı nedenle “işlem görmüş.” (Bu işlem görmeyi anlayamadım. Suçlama yapıldı ama kanıtlanamadı anlamına geliyor sanıyorum.)
Bir diğerinin kayınbiraderi HADEP’e, yeğeni DTP’ye üye imiş. Birinin babası askerlerle girdiği çatışmada ölü ele geçirilmiş. Birisinin dedesi PKK üyesi olduğu gerekçesiyle hapis yatmış ama mahkûm edilmiş mi belli değil. Bir öğretmenin dayısı HADEP üyesiymiş.
Bir öğretmenin dayıları sokak gösterilerine katıldıkları için gözaltına alınmışlar ama belli ki mahkûm da olmamışlar. Birinin de iki dayısı PKK üyesi diye gözaltına alınmış ama belli ki o kişiler de mahkûm olmamışlar.
Bu haberin gazete muhabirlerinin özel çabasıyla çıkartılmadığı çok açık!
Belli ki bir el bunu gazeteye servis etmiş.
Benim takıldığım konu da bu. Demek ki birileri, “fişleme” işlemlerine devam ediyor. Asker midir, polis midir bilemem.
Ama haberden anlıyoruz ki hiçbir suça bulaşmamış öğretmenler ile ilgili böyle bir bilgi fişlemesi yapılmış ve üstelik bu fişlerde sözü edilen “PKK ile yakınlık” meselesi bir kaçı hariç tamamen kuşkulara dayanıyor. Kapatılmadan önce yasal olarak üye olmakta sakınca bulunmayan partilere üyelik bile fişe girmek için yeterli olmuş.
Şunu sormak istiyorum: Hani sivilleşiyorduk, hukuk dışı fişlemeler artık sona eriyordu?