Ersun Yanal’dan beklediğim
DENİZLİSPOR-Vestel Manisaspor maçının devre arasında Şeref Tribünü’nde mevzilenmiş ve büyük unvanlar taşıyan holiganların davranışlarını eleştirmiştim.
Bir eleştiriyi de ‘saha içindekiler’ hak ediyor diye düşünüyorum.
O gün Vestel’li Yılmaz, televizyon görüntülerinden izleyebildiğim kadarıyla futbol oyununun içinde her zaman olabilecek bir ‘kazayla’ Denizlisporlu Güven’in ayağının kırılmasına neden oldu.
Devre arasında seyircinin bu harekete tepki göstermesi doğaldı. (Abartılmış, şişe fırlatmayla sonuçlanan tepkiyi kastetmiyorum elbette.)
Ve o gün tribünde bulunan birçok kişi, Yılmaz’ın da bu tepkilere karşılık yakışıksız sözler sarf ettiğini anlatıyor.
Benim ‘fair play’ anlayışım, o anda, devre arasında bu hareketi yapan oyuncunun bizzat kendi teknik direktörü tarafından cezalandırılması gerektiğini söylüyor.
Ersun Yanal gibi genel olarak ‘dürüst oyun’dan yana olan bir teknik direktörün bu nedenle ikinci yarıya da Yılmaz ile çıkmasını yadırgadığımı belirteyim.
Bu hareketi yapan oyuncusunu ikinci yarıya çıkarken soyunma odasında bırakmayı akıl edebilseydi, hepimiz ona büyük bir saygı duyardık.
Yanal, futbol sahalarımızda oyunun dürüst oynanmasını savunanları hayal kırıklığına uğrattı.
Ahsen Unakıtan’ın gözyaşları bize ne anlatıyor?
MALİYE Bakanı Kemal Unakıtan’ın 2006 bütçesini açıklarken, basın toplantısında yaşananları televizyonların haber bültenlerinde izlemiş olmalısınız.
Birçok kişi için, bir basın toplantısında bakanın eşinin de bulunması, bununla da kalmayıp boynuna sarılarak ağlaması ve sonra da gazetecilerin önünde ‘Sayın Bakan seni çok seviyorum’ demesi yadırganacak bir durum.
Dünyanın başka bir ülkesinde böyle bir olay yaşanmış mıdır, bilmiyorum; ama ben 30 yıllık bir gazeteci olarak Türkiye’de böylesine tanık olmamıştım.
Ahsen Unakıtan, AKP hükümetinin bakan eşleri arasında toplum içinde en çok görülen hanımlardan biri.
Başbakan’ın ve diğer bakanların eşlerini de zaman zaman resmi törenlerde, davetlerde eşleriyle birlikte görebiliyoruz; ama onların durumu ile Ahsen Hanım’ın durumunun oldukça farklı olduğunu düşünüyorum.
Dikkat etmiş olanlar fark etmişlerdir: Başbakan ve diğer bakanların eşleri, o sırada orada fotoğrafı tamamlayan bir tür aksesuvar olarak bulunuyorlar. Eşlerinin elini tuttuklarını, kol kola girdiklerini, hatta Ahsen Hanım gibi ‘ilan-ı aşk’ ettiklerini hiç görmedik.
Ahsen Hanım bu konuda diğerlerinden ciddi olarak ayrılıyor. Sadece başındaki örtüyü bağlama biçimi ve giysileri ile değil, hareketleriyle de ciddi olarak ayrılıyor.
Bakan eşi de olsa bir kadının, eşinin beklenmeyen hastalığı nedeniyle yaşayabileceği bir duygu patlamasını, kimseden korkmadan, çekinmeden ortaya koyabilmesini takdir ettiğimi de belirteyim.
Kadının yerini evi olarak tarif eden, toplum içinde kadınsı davranışlar sergilemeyi hoş görmeyen bir zihniyetin tam göbeğinde bulunmak ve buna rağmen samimi duygularını ortaya koyabilmek o kadar kolay olmasa gerek.
Nitekim televizyon görüntülerinde, Ahsen Hanım boynuna sarıldığında Kemal Bey’in yüzünde bir an için belirip kaybolan ‘Lá havle velá’ ifadesi de bunun bir sonucudur diye düşünüyorum…
Bizim ülkemizde belirli makamlarda bulunanlara atfedilen, içi boşaltılmış bir ‘ciddiyet’ anlayışı var.
Duygularını saklamayı, sahte bir gülücükle kalabalık içinde öylece dikilmeyi marifet sayan bir anlayış.
Bunun kırıldığını gördüğüm için de mutlu olduğumu söylemeliyim.
Gökçek: Mescidin altında morg var
ANKARA Onkoloji Hastanesi’nin bahçesine bir ‘küçük cami’ yapılması için yürütülen girişimi eleştirmiştim.
Dünkü yazımda Gökçek’in eleştirilerime yanıtlarını verememiştim. Bu eksikliği bugün gideriyorum
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile konuştum.
Gökçek, eleştirimin haksız olduğunu, yapılan inşaatın sadece mescit olmadığını, altında gasilhane ve morg da bulunduğunu belirtti.
Yazımda, ‘Bir hayır yapılacaksa bu hastaneyi geliştirmek için yapılmalıydı’ demiştim.
Gökçek, hastaneye ek binalar yapılması için belediyeye ait bir şirketin 200 milyar lira bağışta bulunduğunu, yeni ek binalar için de belediyenin ihaleye çıktığını anlattı.