‘MÜTAREKE gazetecisi’ Ali Kemal’in, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘basın şehitleri’ listesinde isminin yer alması üzerine çıkan tartışmalar, ‘ihanet-hain’ kavramlarını yeniden değerlendirmemiz gerektiğini düşündürtüyor bana.
Kişisel görüşüm şu ki, listenin adı ‘basın şehitleri’ değil de ‘görevi sırasında öldürülen gazeteciler’ olsaydı daha doğru olurdu.
Ali Kemal ve Ali Kemal gibi düşünenlerle hiçbir ilişkim olamaz.
Görüşlerini, yazdıklarını onaylamıyorum. Ancak unutmamak gerekiyor ki Ali Kemal, yaptığı bir eylem nedeniyle değil, düşüncelerinin farklılığı nedeniyle öldürüldü.
Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmedik ölçüde çok hainin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Bu yüzyıllar içinde oluşturduğumuz bir tür ‘devlet geleneği’ ve artık değişmesi gerekiyor.
Belli bir döneme hákim olan görüşe karşı çıkanları hain olarak niteleyip, infazlarını meşrulaştırma çabasından başka bir şey değil bu.
Piri Reis, Basra’dan zaferle döndüğünde bu gerekçeyle asılmıştı.
Názım Hikmet, ülkeyi terke mecbur bırakıldığında da bu geleneğin kurbanı olmuştu.
Bugün de hemen her siyasi görüşün bir hain listesi var.
Doğu Perinçek’ten tutun da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a; Deniz Baykal’dan tutun da Mehmet Ağar’a kadar herkesin kendi tanımladığı bir ‘vatan hainleri listesi’…
Kimi için Telekom’un özelleştirilmesine karşı çıkmak, hainlik için yeterliyken, kimi için ‘Türkiye, AB’ye girmek için gerekenleri yapsın’ demek hain olarak nitelenmeye yetebiliyor. ‘Silahı bırakalım’ diyen bir Kürt’seniz, Apocular için ‘hain’ oluyorsunuz; ‘Osmanlı padişahlarının bazıları zavallı ve yarı deli insanlardı’ derseniz de ‘milliyetçilerin’ haini…
Tartışmaya, bizden farklı düşünen ve farklı davranan insanların, bunu bir ‘ihanet’ gerekçesiyle değil de sadece öyle düşündükleri ve düşündüklerinin doğruluğuna inandıkları için yaptıklarını kabul ederek başlamalıyız diye düşünüyorum. Bu kadar çok ‘hain’imizin olması, aslına bakarsanız ‘kapalı toplum’ geleneğinden hálá kurtulamamış olmamız.
Açık toplumlarda hainler değil, farklı görüşleri savunanlar, düşünce ve ifade özgürlüklerini kullananlar vardır çünkü.
Bir de kendimize şunu sormalıyız: Bu kadar çok hain çıkarabilen bir toplumun, sağlıklı bir ruh yapısına sahip olduğunu ileri sürebilir miyiz?
Patrik ile Dişli tartıştı aklıma bir soru takıldı
İSTANBUL’da Ortodoks kiliseleriyle Avrupa Hıristiyan Demokrat Partiler arasında dokuzuncusu düzenlenen uluslararası toplantıyı Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos okuduğu bir duayla açtı. Patrikhane’nin ‘ekümeniklik’ iddiasıyla ilgili tartışmalar için ilginç bir konferans diye düşünüyorum.
Biz ‘ekümenik değil’ diyoruz; ama dünyanın her yerinden bir kısmı Ortodoks onlarca din adamı ve siyasetçi, onun ‘himayesinde’ Ortodoksluğun sorunlarının tartışılacağı bir konferansı düzenlemekte sakınca görmüyor.
Bizde ádet, Patrik’in muhatabının Eyüp Kaymakamı olduğunu söyleyip ekümeniklik iddiasını kabul etmemek. Sanki ‘ekümenikliğini kabul etsek’, muhatabı Cumhurbaşkanı olacakmış gibi!
Nitekim dünkü toplantıda bu konu Patrik Bartholomeos ile AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli arasında, basının ve davetlilerin huzurunda tartışıldı.
Patrik, ‘Bu unvan 6. yüzyıldan beri var’ derken, Dişli ‘Cumhuriyet’ten beri bizim için bu unvan yok’ dedi.
Konuyla ilgili haberi okurken kendi kendime şunu sordum: Madem Patrik önemli bir adam değil ve sadece Eyüp Kaymakamı’nın muhatabı olabiliyor, o zaman toplantıda iktidar partisinin önemli adamı Şaban Dişli ne arıyordu? Neden oraya Eyüp Kaymakamı’nı göndermedik?
Büyük kaleciler hatalarının bir sonucudur
FENERBAHÇE-Schalke 04 maçının ardından Şükrü Saracoğlu’ndan ayrılırken aklımda sadece şu vardı: Çılgın bir maç izledim. Ne Nobre’nin kaçırdığı yüzde yüzlük fırsatlar, ne yenen saçma sapan goller, ne de Volkan’ın ‘tarihi ıskası’…
Avrupa kupalarında tecrübe denen şeyin ne kadar önemli olduğunu gördük. Fenerbahçe’nin doğru bir yolda gelişmekte olduğunu gördüğüm için de ayrıca mutluydum.
Eski Fenerbahçe olsaydı, birinci golün hemen ardından yenen ikinci golle dağılır, maç farka giderdi. Eski Fenerbahçe olsaydı, Volkan’ın yediği akıl almaz golden sonra kalan 13 dakikada üç gol daha yerdi. Daum’u yarattığı mücadeleci, kendine ve gücüne güvenen, asla teslim olmayan takım nedeniyle kutlamalıyız.
Birkaç söz de Volkan için söyleyelim.
Volkan, sahada bir sürü hata yapan 22 futbolcudan sadece biriydi ve kaleci olmasının cezasını, yaptığı tek hatanın gol olmasıyla ödedi. Ama şunu da unutmayalım: Büyük kaleciler, gençliklerinde yaptıkları büyük hataların sonucudurlar. Volkan’ın böyle bir gol yediğini büyük olasılıkla artık hiç görmeyeceğiz. Hataları onu olgunlaştıracak ve Türkiye uzun yıllar güvenebileceği bir kaleci kazanacak. Yeter ki o, hatalarından ders almayı bilsin!