Turizm Bakanlığı bir şirket olsaydı
CHP Grup Başkan Vekili Haluk Koç ‘Türkiye şirket, Başbakan da bu şirketin CEO’luğuna soyunuyor’ dedi. Türkçe cümlelerin içine yabancı sözcükler serpiştirme merakı yeni bir şey değil.
Bilmeyen okuyucular için CEO’nun İngilizce Chief Executive Officer sözcüğünün kısaltılmışı olduğunu, bizim ticaret hukukumuzdaki karşılığının da Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi olduğunu belirteyim. Yani, yönetim kurulu adına şirketi yöneten yetkili bir üyeden söz ediyoruz.
Dubai’nin çölün ortasında, çevresindeki diğer ülkelere göre çok daha az bir petrol gelirine sahip olmasına rağmen, bir suni yeryüzü cennetine dönüşmüş olması böyle açıklanıyordu: Dubai Şeyhi, devlet başkanı gibi değil, bir şirketin CEO’su gibi çalışıyor!
Bu nedenle bizim gibi gelişmek için çok çabalaması gereken bir ülkenin yöneticilerinin, iyi bir şirket yöneticisi gibi çalışmalarında bir sakınca görmüyorum. Sorun, bunu yapan kişilerin gerçekten ehil olup olmadıklarıdır. Tanıdığınız bakanlara, milletvekillerine, kamu kesimindeki yöneticilere bir de bu gözle bakmayı deneyin isterseniz.
Bu kişilerden kaçını, bir şirketiniz olsa ona genel müdür yaparsınız?
Mesela Turizm Bakanlığı, Koç Holding’in bir şirketi olsaydı, Atilla Koç o şirketin ‘CEO’su olabilir miydi? Bence doğru bakış bu olmalı. Tartışılması gereken Başbakan’ın bir CEO gibi davranması değil, bu işi hakkıyla yapıp yapamadığı olmalıdır.
Amaç ‘hayır yapmak’ mı siyasi gösteri mi?
ANKARA Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve eşinin organizasyonuyla Ankara Onkoloji Hastanesi’nin bahçesine 250 kişilik bir cami yaptırılıyor. Gökçek’in eşi cami için bağış toplanmasını organize ederken, belediyenin araçları da inşaatın yapımında çalışıyormuş.
Hastane’nin başhekimi inşaatı ‘250 kişilik mescit yapımı’ olarak açıklıyor.
‘Mescit’, Türkçe sözlüklerde ‘minaresiz küçük cami’ diye tanımlanıyor. Yani yapılan şey sonuç itibarıyla bir ‘cami’, başhekimin bunu neden gizlemeye çalıştığını anlayamadım.
Kanser hastalarının tedavi edildiği bir hastanenin bahçesine ‘cami’ yapılması ile ilgili olarak ilk akla gelebilecek sevimsiz ‘kara esprileri’ tekrarlamayacağım.
Ama yapılan şey, bir ‘hayır’ işiyse, bu hayır hastanenin gerçek amacına yönelik olarak gerçekleştirilseydi daha makbule geçerdi diye düşünüyorum.
Türkiye’de kanser hastalıklarının tedavisinin ne kadar pahalı bir iş olduğunu hepimiz biliyoruz.
Gazetelerde neredeyse her gün parası olmadığı için tedavi hizmetlerinden yararlanamayan kanser hastalarıyla ilgili haberler yayınlanıyor.
Hastanenin yeni bölümlerle genişletilmesi, olanağı olmayan hastaların da tedavileri için bir fon oluşturulması dururken, toplanan ‘hayır paralarının’ camiye harcanması, bana bunun bir ‘hayır işi’ değil, esasen bir ‘siyasi gösteri’ olduğunu düşündürtüyor.
Yaşlılarını düşünmeyen bir toplum, medeni olamaz
İSTANBUL Sanayi Odası’nın eski Genel Sekreteri İhsan Vardal ve eşinin trajik sonları ile ilgili haberi bugün Hürriyet’te okuyacaksınız.
Nüfusunun yarısından çoğu genç olan bir ülkede yaşıyoruz.
Ve bu durum, ülkemizin yaşlı insanlarının sorunlarını yeterince dikkate almamak gibi bir sonuç yaratıyor.
Yaşlıların, ömürlerinin kalan bölümlerini huzur içinde ve iyi bir bakımla geçirmelerini sağlayabilecek kurumlarımız yetersiz ve bu yetersizliği gidermek için her hangi bir girişimimiz de ne yazık ki yok.
Yaşlılarımız, büyük ölçüde toplumsal geleneklerimizden beslenen bir dünya içinde yaşamak zorunda kalıyorlar.
Çocuklarının yanında, torunlarıyla birlikte yaşlılık günlerini güzel geçirebilen insanlarımızın yanı sıra, bu olanağa kavuşma şansı bulamayan yaşlılarımız da var oysa.
Kendileriyle aynı sorunları yaşayan başka yaşlılardan uzak, tecrit edilmiş bir yaşama mahkûm ediyoruz onları.
Bütün yaşamını çalışarak ve ülkeye hizmet etmek için geçirmiş dürüst bir bürokrat ile eşin hazin sonları yaşlılarımızın geleceklerini ve sorunlarını düşünmemiz için bir vesile olur umarım.