Evliya Çelebi’nin günahı Türk olmak mı?
FABRIZIO D’Angelo isimli İtalyan bir arkadaşım var.
Fabrizio, kendisinin “büyük şans” dediği bir tesadüf sonucunda 27 yaşında uluslararası yayıncılık piyasasına girmiş.
O günden beri de dünyanın değişik ülkelerinde yayımlanan lisanslı dergiler ile ilgili bir işi var.
Bu nedenle senenin önemli bölümünü seyahat ederek geçiriyor, yemeğe ve tarihe meraklı.
Son karşılaşmamızda benden Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin tam metninin İngilizce çevirisini istemişti.
Ne kadar aradıysam da bulamadım, çünkü böyle bir çeviri yapılmamış. Parçalar halinde yapılmış çeviri var, ancak tam metin yok.
Duabi’deki toplantıda karşılaştığımızda kendisine durumu açıkladım. Gözleri fal taşı gibi açıldı ve “Böyle bir şey gerçekten olabilir mi?” diye sordu.
Marco Polo’yu dünyanın her yerinde insanlar kendi dillerinde yapılmış çevirilerden okuyabiliyorlar. İbni Batuta’nın seyahatnamelerinin İngilizce tam metni yayımlanmış.
Ama Evliya Çelebi yok!
Fabrizio “Evliya Çelebi, Türk olduğu için yok sayılıyor galiba” dedi. Ama bu durum İbni Batuta’yı açıklamıyor. Aynı şekilde Firdevsi’nin kitaplarını da okuduğunu söylüyor. Demek ki sorun Batılı entelektüel çevrelerin Evliya Çelebi’yi yok sayması olmamalı.
Kültür Bakanlığı’nın, Türk edebiyatının yabancı ülkelerde tanınmasını sağlamak için yürüttüğü bir çeviri destekleme programı var. Bu sayede Türk yazarların kitaplarını basmak isteyen yayınevlerine parasal destek sağlanıyor. Yayınevleri Evliya Çelebi’ye ilgi gösterip, yayımlamak istemiyorlarsa, görevi Kültür Bakanlığı üstlenmeli diye düşündüm.
Bakan Ertuğrul Günay’ın dikkatlerine sunuyorum.
Emir kulu yargıç ve savcı ihtiyacı!
YÖK, dünya hukuk eğitimi tarihine geçecek bir karara imza attı ve Roma Hukuku’nu “ana bilim dalı” olmaktan çıkardı.
Roma Hukuku, bugünkü medeni yaşamımızın temel taşlarından biri! Hukuku, dinsel ve geleneksel dogmalardan arındırarak aklın hâkim olduğu bir disiplin haline getiren şey, Roma Hukuku’dur.
Bir parçası olmaya çalıştığımız Avrupa hukuk düzeninin temelini de bu oluşturur.
YÖK’ün şimdi bunu bir “ana bilim dalı” olmaktan çıkarması, bu konuda bilimsel çalışmaların önünü tıkayacak bir sonuç yaratacak.
Bizim hukuk düzenimizdeki temel sorunlarımızdan biri, hukuk kavramını içselleştirip, elindeki yasaları o temel kavramlara göre yorumlama konusundaki eksikliğimizdir. Bireysel haklar ve özgürlükler konusunda karşımıza çıkan her engelin temelinde bu yatar.
Demokratikleşmeye yönelik olarak ceza yasalarında değiştirilen her maddenin yerine bir yenisinin kolayca ikame edilebiliyor olmasının nedeni de budur.
Belli ki hükümet, hukuk düzenimizi kendi keyfine göre biçimlendirme yolunda bir adım daha atmak istiyor.
İstedikleri hukukun temel kavramlarına ve kurallarına saygılı yargıç ve savcılar yetişmesi değil. Onlar emir kulları istiyorlar ve emir kulu yargıç ve savcıların, hukuk nosyonlarının eksik olmasıyla ilgilenmiyorlar.
YÖK’ün kararını bu çerçevede değerlendiriyorum.
Elbette bir adım daha ileri gidip gelecekte “şeriat hukukunu” ana bilim dalı yapmak da isteyebilirler. Türkiye, başına geleni seyretmeye o kadar alıştı ki, eminim yakın bir gelecekte böyle bir gelişme olursa, onu da seyretmekle yetineceğiz.
Talat’ın Kıbrıs’ı
ERDAL Güven’i, Radikal’i yayımlamaya hazırlandığım günlerde tanıdım. Gazete çıkınca Dış Haberler editörlüğünü de tereddütsüz ona verdim.
Şu anda Radikal’in yazı işleri müdürlüğünü de yürüten Güven, genç kuşak gazeteciler içinde gelecek vaat eden bir isim olarak öne çıkıyor.
Dış politika yorumlarını izleyerek dünyada ve özellikle de Kıbrıs’ta neler olup bittiğini takip edebildiğim iyi bir yazar da aynı zaman da.
Erdal Güven’in “Adam-Talat’ın Kıbrıs’ı” isimli kitabı geçtiğimiz hafta piyasaya çıktı.
Mehmet Ali Talat ile yapılmış bir “nehir söyleşi” bu.
Kitabı okurken Talat’ın bugünkü siyasal tavrının nedenlerini insan daha iyi anlıyor.
Erdal Güven, meseleye hâkim bir gazeteci olarak sorular sormuş, Talat da içtenlikle yanıtlamış.
Halen aktif siyaset içindeki bir insanın, böylesine açık sözlülükle bir gazetecinin karşısına çıkmaya cesaret edebilmiş olmasını takdir etmemek mümkün değil. Keşke, şu anda aktif olarak siyaset yapan “Türk büyükleri” de böyle bir cesaret gösterip, tarafsız bir gazetecinin karşısına çıkmaya cesaret edebilseler.
O zaman bugünkü siyasal tutumlarının gerisinde nelerin yattığını daha iyi anlayabilirdik diye düşünüyorum.
Bu ilginç kitabı okuyucularıma öneririm.