FATİH Terim, hiç kuşku yok ki bu ülkenin sahip olduğu ilginç kişiliklerden birisi.
Futbol vizyonunun bu ülkeye önemli zaferler tattırdığı da bir gerçek.
Bunları söylüyorum ama aslına bakarsanız Fatih Terim için çok objektif olamam.
Kendisini severim ve değer veririm.
Çek Cumhuriyeti maçının ertesinde düzenlediği basın toplantısında söylediği sözleri dinlerken, bu nedenle üzüldüm.
Üzüntümün nedeni, hep birlikte bir bayram coşkusu içinde kutlayabileceğimiz bir futbol zaferini, tanımlanamaz bir rövanş alma isteğine dönüştürdüğünü düşünmüş olmamdır.
Bu yazıyı yazmamın nedeni de bu zaten. Dost acı konuşma hakkına sahiptir!
Türkiye Milli Takımı’nın İsviçre ve Çek Cumhuriyeti ile oynadığı maçların ilk 65-70 dakikası, on kere daha oynansa, sonuç değişmez. Türkiye, öyle oynadığı hiçbir maçı kazanamaz.
Her iki maçın son 20-25 dakikası da on kere daha oynansa sonuç değişmez. Türkiye, öyle oynadığı her maçı kazanır.
Spor yazarları, yorumlarını elbette buna göre yapacaklar.
Spor yazarının işi bir takıma ve teknik direktörüne moral vermek değil, gördüğünü yazmaktır.
Dolayısıyla yazıların 70. dakikadan sonra değiştirilmesi bir soruna işaret etmiyor. Sahada oynanan oyunun gereğidir.
Terim, dünyanın hangi ülkesinde futbolcu anneleri ile gazete ve televizyoncuların röportaj yaptığını soruyor ve gazetecileri eleştiriyor.
Yanıtı şöyle olmalı: Dünyanın hangi ülkesinde futbolcu anneleri, televizyon reklamlarına çıkıp “benim oğlum şöyle, senin oğlun böyle” diye konuşuyor?
Maçın son dakikasında rakibe saldırıp kırmızı kart gören ve maç bittiğinde gazetecilere alışkın olduğu el-kol hareketlerini yapan iki terbiyesizi adam yerine koyup savunmasını ise hiç anlayamadım.
Her ikisi de gerçek futbol severlerin vicdanında mahkûm edildiler ve üzerlerinde hangi forma olursa olsun ait olacakları tek yer “büyümüş ama adam olamamışlar kulübü” olacak.
Terim bilmeli ki bu ülkede herkes milli takım maç kazanınca seviniyor, kaybedince üzülüyor.
Görevi bizleri sevindirmektir. Televizyonlarda gölge boksu yapmak değil!
Bir garip hükümet etme anlayışı
MERKEZ Bankası’nın faizleri artırmasının ardından hükümetin bazı bakanlarının itiraz ettiğine tanık olduk.
Başta Sanayi Bakanı olmak üzere birçok bakan Merkez Bankası’nın izlediği politikaların piyasayı çökerteceğini söylüyor.
Hep söylüyorum, bir kere daha yineleyeyim: Hükümetler, durumdan şikáyet etme yeri değildir. İktidar gücünü elinde bulunduranın, yakınmak yerine, düzgün olmadığına inandığı işi düzeltmeye çalışması gerekir.
Merkez Bankası’nın izlediği politikanın değerlendirmesini ekonomi yazarlarından okuyorsunuz, buna girmeyeceğim.
Dikkat çekmek istediğim konu Merkez Bankası’nın yönetiminin AKP hükümeti tarafından belirlendiği ve o seçim sırasında muhalefetten çok eleştiri aldığı.
Şimdi iki ihtimal var:
1 – AKP, Merkez Bankası’nın başına yanlış kişileri atadı!
2 – Ya da atadığı kişiler doğru, AKP hükümeti onlardan yanlış taleplerde bulunuyor!
Her iki olasılık da hükümet açısından iyi bir duruma işaret etmiyor.
Bankanın Kuruluş Kanunu’nun 4. maddesinde şöyle bir fıkra da var:
“Banka, hükümetin mali ve ekonomik müşaviri, mali ajanı ve haznedarıdır. Bankanın hükümetle ilişkisi, başbakan aracılığı ile sağlanır.”
Hükümetteki bakanlar, Başbakan ile konuşmaya korkuyorlar mı ki dertlerini kamuoyunun önünde ifade etme ihtiyacı duyuyorlar?
Firsch değil, Frisch
BİR okuyucumun uyarısıyla, cumartesi günü yaptığım bir yazım hatasının farkına vardım.
İsviçreli yazar Max Frisch’in soyadını ısrarla Firsch diye yazmışım.
Gazetemizin düzeltme servisinin de gözünden kaçan bu hatam nedeniyle okuyucularımdan özür dilerim. Yazarın adı Max Frisch.
Size önerdiğim romanı “Stiller”de, uzun süredir kayıp olan bir heykeltıraşa benzediği için gözaltına alınan bir adamın öyküsü anlatılıyor.
Karısından gardiyanına kadar herkes adamın Stiller olduğuna inanıyor ama adam ısrarla kendisinin bir başkası olduğunu söylüyor.
Bir adamı “kendisi olmadığına ikna etmek” gibi umutsuz ve gerilim yüklü çaba bu!
Ve sadece romanlarda değil, gerçek hayatta da böyle oluyor.
İnsanları oldukları gibi ve kendi kişilikleri ile kabul etmek yerine, kendi kafamızda onlara biçtiğimiz rollerle tanımlamak istiyoruz.
Uzun bir düzeltme oldu ama üzerinde düşünmeye değer bir konu.