Fransa’yı kızdırmak için iki öneri
DÜN BBC’nin internet sitesine girdim ve Fransa’daki “Ermeni soykırımını inkára ceza” kanunu ile ilgili haber üzerine yapılan yorumları okudum.
Benim siteye girdiğim saatte yapılan yorumların sayısı 600’ü geçmişti.
Türk, Ermeni ve Yunanlılardan gelen yorumları bir kenara bıraktığımda şunu gördüm:
Dünyanın dört bir yanındaki insanlar Fransa’nın yanlış bir iş yaptığı görüşünde hemfikirler.
Fransa’nın yaptığını aptallık, çifte standartlılık, düşünce özgürlüğüne tahammülsüzlük olarak niteleyen mektuplara katıldığını belirten okuyucuların sayısı da diğerlerinden kat kat fazla.
Ortaya çıkıyor ki bu konuda Türkiye ilk kez yalnız değil.
BBC’de “Ermeni soykırımı üzerine soru ve yanıtlar” başlıklı bir haber de vardı.
İlk kez uluslararası bir yayında Ermeni iddiaları konusunda Türkiye’nin de görüşlerini özetleyen bir yazı okudum.
Sanırım bunun için de Fransa’ya teşekkür etmeliyiz.
Artık boykot gibi kolayca tutulamayacak boş sözleri bir yana bırakıp Fransa’yı yaptığına pişman edecek başka adımlar da atmanın zamanı.
Birleşmiş Milletler’in bilim ve kültür örgütü UNESCO’nun merkezi Paris’te.
Şimdi UNESCO’da Fransa’nın ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmak üzere bir yasa kabul ettiğini ve özgür bilimsel tartışmanın yapılamayacağı bir ülkede UNESCO’nun merkezinin bulunmasının doğru olmadığını her fırsatta dile getirmenin tam zamanıdır.
Fransa’yı kızdıracak bir başka protesto yöntemi de şu olabilir: Bu ülkeye sefer yapan tüm Türk uçaklarında yolculara, “İfade özgürlüğü bulunmayan bir ülkeye inmek üzereyiz, konuşmalarınıza dikkat edin” anlamına gelen, değişik dillerde dikkatle yazılmış küçük bir metnin basılı olduğu káğıtlar dağıtılamaz mı?
Dönüp kendimize bakmanın zamanıdır!
BİR yandan çıkan kanun nedeniyle Fransa’ya kızmaya devam edelim ama bir ara fırsat bulup kendimize de bakmamızda yarar var.
Hatırlayacaksınız, Sarkosy kanunun geri çekilmesi ile ilgili talepler kendisine iletildiğinde “Türkiye’nin de soykırım tartışmalarına izin vermesi gerektiğini” söyledi.
AB Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olie Rehn de Fransa’daki yasayı kınarken, tasarının Türkiye’de tartışmaları önleyeceğini söyledi.
BBC’de okuduğum yorumlarda da “Türkiye’nin, fikir özürlüğü konusunda Fransa’ya söyleyecek sözü olmadığını” söyleyenlerin sayıları da hiç az değil.
Onlar farkında değil belki ama Türkiye’de, açık televizyon kanallarında bile konunun serbestçe tartışıldığını, tartışmalara Fransa’daki en hızlı soykırım savucularının bile katılabildiğini biliyoruz.
Ama bizim bildiğimiz bu gerçeği Avrupa’nın önde gelen iki siyasetçisi bile bilmiyor.
Neden acaba diye düşünmek gerek.
Acaba bunda kızdığı her şeyi savcılıklara şikáyet edenleri ciddiye alarak dava açanların rolü nedir?
Türkiye’yi, fikir açıklama özgürlüğünün bulunmadığı bir ülke olarak dünya kamuoyuna sunan bu davaların ve Deniz Baykal’ın çok beğendiği 301 numaralı TCK maddesinin ne kadar etkisi var?
O davaların hepsi beraatle sonuçlandı ama davaların açılmış olması bile Türkiye imajını tam tersine çevirmeye yetiyor.
İyi bir ders almış olmalıyız bu konuda: Başkalarını fikir ve tartışma özgürlüğünü engelliyorsunuz diye suçlarken, içeride neler yapmakta olduğumuzu tekrar düşünelim.
Orhan Pamuk karşıtları için sorular
ORHAN Pamuk’un Nobel Ödülü alması bazı kişilerde derin bir hayal kırıklığı yaratmış.
Kendisi de edebiyatçı olup, Pamuk’a verilen ödülü küçümseyen ve bunun Pamuk’un siyasi görüşlerine verildiğini iddia edenleri tebessümle okudum.
Belli ki edebiyatçılar arasındaki mesleki kıskançlık, bizim meslektekinden daha beter.
Bazı gazetelerdeki bazı yorumcular da ödülün Pamuk’a verilmesi ile Ermeni lobisinin gücü arasında bağlantılar kurmaya çalışıyorlar.
O köşe yazarları, keşke öfkeyle oturup bu yazıları yazmadan önce küçük bir araştırma yapsalardı.
Şu iki soru bile yazılarını değiştirmeleri için yeterli olurdu: Bu ödül daha önce hangi yazarlara verilmiş, ödül verilen yazarlar seçilirken siyasi etkiler ne kadar rol oynamış?
Nobel Edebiyat Ödülü, bugün dünyanın en prestijli edebiyat ödülü.
Şunu düşünelim: Eğer bu ödül siyasi kaygılarla ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin etkisiyle veriliyor olsaydı, bunca yıl saygınlığını korumayı başarabilir miydi?
Hadi bir soru daha: Nobel jürisi, Ermeni soykırımı konusunda taraf olmak isteseydi, bu ödülü bir Türk’e mi verirdi, yoksa bu konularda yazan sayısız Ermeni yazardan birini mi tercih ederdi?
Eleştiri sahipleri arasında Orhan Pamuk’un kitaplarını sonuna kadar okuyamadığını söyleyenler de var.
Bence küçük yaştan okuma alışkanlığı kazanmış olsalardı, bu konuda bir sıkıntıları olmazdı.
Hadi diyelim ki onlar haklı olsun, Pamuk’un okunması zor bir yazar olduğunu kabul edelim.
Bu durumda bir soru daha: Örneğin James Joyce’un zor okunur ve zor anlaşılır olması, edebi değerinde bir azalmaya yol açıyor mu?