Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gazeteleri kendisi okumalı

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın gazeteleri kendisinin okuduğunu zannetmiyorum.

Büyük olasılıkla şöyle düşünüyor olmalı:
1- “Yandaş” medya nasıl olsa benim söylediğimden çıkmaz, neden okuyayım?
2- “Ötekiler” zaten ne yapsam, ne desem kızıyorlar, okuyup sinirlerimi neden bozayım?
Bu sonuca varmama neden olan şey, Başbakan’ın kaçak Ermeni işçiler için söylediği sözlere yönelik eleştiri salvosundan sonra takındığı tutum oldu.
“Sözlerimi çarpıttılar”  dedi, “ben kaçak Ermenilerden söz etmiştim”  diye de ekledi.
Başbakan’ın bu sözlerini okuduktan sonra üşenmedim, konuyla ilgili yazılara yeniden göz attım.
Başbakan’ı belli ki yanıltmışlar, çünkü eleştiriler “kaçak Ermeniler” ile ilgiliydi. Kimse Başbakan’ın “kaçak olmayan Ermenileri de süreceğini” iddia etmiyordu.
 Bence Başbakan yazıların tümünü kendisi okumuş olsaydı, böyle bir “mesnetsiz çıkış”  yapmayacaktı. (Ne dersiniz, çok mu iyimserim yoksa?)
Çünkü eğer eleştirilerin ne anlatmak istediğini okumuş ve anlamış olsaydı, hatasında da ısrar etmezdi. “Ben kaçak Ermenilerden söz ettim”  diyerek, BBC röportajındaki sözlerinin “amacını aştığını” söyleme fırsatını da kaybetti.
Oysa ne kadar işine yarayan bir formüldü bu.
Son yedi yılda danışmanlarının ağzından AKP yöneticilerinin sözleriyle “amaçlarını aştıklarını” o kadar çok duymuştuk ki oturup sayamadım bile.
Başbakan’a önerim, nasıl olsa erken kalkıyor, gazeteleri bizzat okumasıdır.

Eleştiriye tahammüllü olalım

BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Anayasa değişikliği paketiyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı’na yaptığı çağrıyı eleştirdi.
Baykal, değişiklikle ilgili maddelerin ayrı ayrı onaylanmasını, yeterli sayıya ulaşılan maddelerin paketten ayrılarak referanduma götürülmemesi gerektiğini söylüyordu.
Cumhurbaşkanı’na “Bu oyuna alet olmayın” çağrısında bulunuyordu.
Arınç, elbette Baykal’ın her dediğini kabul etmek zorunda değil. Bu siyasetin doğasına aykırı olurdu.
Ancak görüşünü açıklarken kullandığı bir söz var ki o da AKP’nin “siyasal eleştiriye” nasıl baktığını, “fikir açıklama özgürlüğünü” nasıl algıladığını gösteriyor.
 Arınç, “Kimse kimseye akıl vermesin” diyor. “Cumhurbaşkanı’na bu tür hitap ayıptır” diye de ekliyor.
Siyasi eleştiri, bir bakıma muhatabına yönelik bir “akıl verme eylemi” de sayılır.
“Öyle yapma, böyle yap” demek hem eleştiridir hem de akıl verme. Eğer birisi “öyle yapma” deyip, nasıl yapılması gerektiğini söylemiyorsa ona tam anlamıyla bir eleştiri diyemeyiz. “Yapıcı eleştiri”  diye bir kavram var, bunu hatırlamak gerek.
Ayrıca “bu oyuna alet olma” demek nasıl hakaret oluyor, onu da anlayamadım.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Arınç’ın sözleri esasen eleştiriye tahammülsüzlüğü ortaya koyan talihsiz ifadelerdir.

Demek ki olabiliyormuş

İSTANBUL ’daki Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları’nın hazırladığı “Kafes Eylem Planı” ile ilgili iddianamede soruşturmayla ilgisi bulunmayan kişiler ile ilgili bilgiler ve isimler gizlenmiş.
Yani olması gerektiği gibi yapılmış.
Ergenekon iddianamesinden başlayarak daha birçok iddianamede bu kurala riayet edilmediğini biliyoruz. Bununla ilgili birçok eleştiri yazdığımı da hatırlıyorum.
Birçok insan, dava ile hiçbir ilgileri olmamasına rağmen sanki suçluymuşçasına iddianamelerde ve eklerindeki dosyalarda teşhir edildi.
 Telefon görüşmeleri bile yayınlandı.
Soruşturma ile hiç ilgisi olmayanlar, kamuoyunun önüne sanki suçlu insanlarmış gibi atıldı.
 Erzincan’da, jandarma muhbirlerinin isimleri bile ortalığa saçılmıştı.
“Kafes Davası”nda bu en temel kurala riayet edilmiş olması eleştirilerin işe yaradığını gösteriyor.
Böylece zaten olması gereken bir durumu “alkışlamak” gibi bir saçmalık da ortaya çıkıyor ki bu da Türkiye’nin kendine özgü tuhaflıklarından biri olarak her gün yaşadığımız bir gerçek.