HÜRRİYET

Gerçek turizm değerimizi harcıyoruz

TURİZM ve Kültür Bakanı Atilla Koç, okuduğumda inanmakta güçlük çektiğim bir söz söyledi: “Turizmde artık hedef açıklamam, çünkü tutmuyor.”

Cumartesi günü Türkiye’nin bu yıl harcayacağı tanıtım bütçesinin 120 milyon dolar tutarında olduğu açıklandı.

Bu bütçenin yeterli bir tanıtım yapmak için yeterli olduğu açık. Türkiye’nin rakiplerinden çoğu bu kadar harcamıyor çünkü.

Bütçenin büyüklüğü ile bakanın sözlerini birlikte okuyunca şunu sormak mümkün:

Madem belli bir hedef yok, o halde bu bütçe nasıl saptandı?

Madem bir hedef yok, bu paranın hangi ülkede, ne kadar harcanacağı nasıl belirlenecek?

“Hedeflerimi söylemem, çünkü tutturamıyorum” sözünü dünyanın ya da ülkemizin büyük şirketlerinden birinin yöneticisi söylese, başına ne geleceği bellidir: O yönetici işini kaybeder!

Ama bizim ülkemizde, konu siyasetse böyle bir şey olmuyor tabii.

Turizmdeki en önemli sorunlarımızdan biri de, paralı turistlerin ülkemizi tercih etmiyor olmaları.

Acaba geleneksel güneş, kum, tarih tanıtımlarını bir kenara bırakıp, bütün gücümüzle Turizm Bakanı’nı tanıtmaya mı yüklensek?

Eminim ki “hedeflerimi söylemem, tutturamıyorum” diyen bir yöneticiyi görmek için dünyanın bütün şirketlerinin üst yöneticileri ve patronları kuyruğa girerler!

Öyle görünüyor ki en önemli turizm değerimizi kullanamıyoruz!

Farklı olana saygı duymak

BAŞBAKAN Yardımcısı Abdüllatif Şener, Hatay’da katıldığı bir konferansta, “Dinim ve mezhebim Hazreti Ali’nin dini ve mezhebidir. Açıkçası hepimiz Alevi’yiz” dedi.

Şener’in Alevi olmadığını biliyorum.

Bu sözlerini, toplumumuzdaki farklılıkları uzlaştırma ve birlikte yaşama kültürünü geliştirme çabası çerçevesinde değerlendirmek gerek.

Ve doğrusunu isterseniz, AKP’li bir bakanın bu cüretli sözleri, bir kompleks duymadan söyleyebilmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum.

Şener, konferansta “aynı gemide yaşayan, aynı kan, can ve çamurdan olan 73 milyonun ayrı ve gayrısı olmamalı” vurgusuyla bunu ortaya koymaya çalışıyor.

Şener’in bu çabasını desteklemekle birlikte şunu da söylemeliyim:

Günümüz dünyasında asıl “hoşgörü”, farklılıkları yok sayarak aramızda ayrı gayrı olmadığını söylemek değil.

Asıl olan farklılıkları kabul etmek, farklı olanı saygıyla karşılamak ve farklılığını özgürce koruyacak toplumsal iklimi yaratmak olmalı.

Bunu yapabildiğimiz gün, farklılıkların çatışma nedeni değil, toplumsal yaşamımızın en önemli rengi olduğunu da görebileceğiz.

Kıbrıslı Rumları hálá anlayamadık

LOKMACI barikatı ile ilgili tartışmalar, bunca yıllık deneyime rağmen Kıbrıslı Rumların ruh durumlarını anlamadığımızı gösteriyor.

Gazetelere yansıyan açıklamalar, KKTC Cumhurbaşkanı’nın barikatın kaldırılması konusundaki çalışmalarının Rum tarafında “iyi niyetle karşılanmadığını” ortaya koyuyor.

Barikatın kaldırılması için her seferinde yeni gerekçeler ileri sürülüyor olmasının bir tek anlamı var: Rumlar, Kıbrıs’ın iki yakasının bir araya gelmesini ve hele Türkler ile eşit olunmasını asla içlerine sindiremiyorlar.

İstedikleri bir tek şey var: Kıbrıs’ın tümüne sahip olmak.

Barikatın ne olursa olsun kaldırılmasını savunanların söyledikleri gerekçelerden biri de, Türklerin uzlaşmadan yana olduğunu, Rumların ise uzlaşmaya yanaşmadıklarını herkese göstermekmiş.

Bunu Annan Planı referandumu bile gösteremediyse, bu barikatın kaldırılmasındaki “iyi niyet” mi gösterecek?

Bugüne kadar yaptığımız “iyi niyet gösterilerinden” nasıl bir sonuç aldık ki, bundan da sonuç alabilelim?

Bugün geldiğimiz noktadan sonra Kıbrıslı Rumlara atılacak her adımın karşılıklı atılması gerektiğinde kararlı olduğumuzu göstermek zorundayız.