Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gizli örgüt dediğin böyle olur!

AHMET Hakan’ın dünkü yazısından öğrendim. O da, Akşam’dan Nagehan Alçı’nın yazısından öğrenmiş.

Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, İstanbul’da düzenlenen bir toplantıda “Ergenekon öyle bir örgüt ki ona üye olduğunu bilmeyenler var” demiş.

İster istemez içime bir kuşku düştü: Acaba Ergenekon örgütüne üyeyim de haberim yok mu?

Bu konuda “kuvvetli şüphelerim” de oluştu ki soluğu Ergenekon savcılarının karşısında da alabilirim.


Bir kere hiçbir toplantısına katılmadım.


Bu da normal çünkü üye olduğumdan haberim yok
.

Beni haberim olmadan üye yapanlar da örgüt “gizli” olduğu için bana haber vermediler zaten.

Örgüt o kadar gizli ki üye oldukları bile üyelerden gizli tutuluyor!

Bu açıklamadan sonra Ergenekon davasındaki bazı sanıkların durumunu daha iyi anladım.


Adamlar neredeyse bir yıldır tutuklu yargılanıyorlar ve her defasında böyle bir örgütle ilişkileri olmadığını söylüyorlar ama dertlerini
anlatamıyorlar.


Çünkü onlar da esasen üye, sadece üye olduklarının farkında değiller!

İsviçreli yazar Max Frisch’in romanı “Stiller”i hatırladım.

Romanda anlatılan olay İsviçre’de geçiyor. Bir gün İsviçre sınırında bir trende yapılan kimlik kontrolünde, uzun süredir kayıp olan Stiller isimli bir heykeltıraşa
çok benzeyen bir adam ele geçiriliyor.

Trendeki bir yolcunun ihbarıyla adam gözaltına alınıyor. Adam Stiller olmadığını, başkası olduğunu ısrarla anlatıyor. Ama dinleyen kim?

Stiller’in karısından tutun da savcıya, cezaevindeki gardiyanlara kadar herkes trende bulunan adamın Stiller olduğunda ısrar ediyor.

Sonra olay, romanın kahramanı için giderek bir karabasana dönüşüyor. Bir başkası olmadığını, kendisi olduğunu anlatma çabası, gerilimin içine okuyucuyu da çekiyor.


Frisch’in 45 sene önce “kurgu” olarak yazdığı şey, 2010 Türkiye’sinde elle tutulan bir gerçeğe dönüşüyor!

 

Bir küçük açıklama yeterdi

 

ŞÖYLE bir yazı yazsaydım, yazımın çıktığı günün sabahında önce bir telefon sonra da bir yazılı açıklama alırdım, hiç kuşkum yok:


“Ankara Adliyesi’nin koridorları üç gündür süpürülmemiş. Camlar o kadar kirli ki ilk girdiğimde buzlu cam takılmış diye düşündüm. Pervazlarda iki parmak toz duruyor.”

Açıklama hemen gelirdi: Adliyemiz her gün süpürülüyor, camlar haftada bir siliniyor vs.


Ama Deniz Feneri soruşturmasının hangi aşamada olduğunu sordum, yanıt alamadım.


Almanya
’da Deniz Feneri e.V. davasının mahkûmiyetle bitmesinin üzerinden 1.5 yıl geçti.


Ve hâlâ o soygun ile Türkiye’deki ilgili kişiler arasında nasıl bir bağlantı var bilemiyoruz.

Soruşturma büyük bir gizlilik içinde yürütülüyor ki bu alkışlanacak bir tutum.


Önemli soruşturmalarda, daha iddianame ortaya çıkmadan iddiaların gazete sayfalarına taşınmasına o kadar alıştık ki normal olan bir durumu bile artık takdirle karşılıyoruz.

Ama savcılığın, kamuoyunda böylesine merakla beklenen bir soruşturmanın hangi aşamada olduğunu açıklamasında bir sorun olacağını düşünmüyorum.

İddianamenin yazılması aşamasına geçildi mi bunu bile bilmiyoruz.

Savcılık belli ki bu soruşturmayı, önemini de gözeterek ciddiyetle sürdürüyor.


Soruşturmanın belli aşamalarında, soruşturmanın gizliliğini ihlal etmeden ve kişileri peşin suçlu ilan etmeden kamuoyunu bilgilendirmek ihmal ediliyor gibi geliyor bana.

 

Trabzonspor’un kenti

 

TRABZON Gazeteciler Cemiyeti’nin başarılı gazetecileri ödüllendirmek için düzenlediği törene katılmak için Trabzon’a geldim.

Bu kente daha önceki gelişlerim hep futbol maçları içindi. Bu kez canlı bir yerel basının varlığını ve bu kentin yaşamındaki önemini görme fırsatım da oldu.

Ödül alan haberlerden biri, bir muhtarlık seçimi ile ilgiliydi. Sadece iki ailenin yaşadığı bir köyde muhtarlık seçiminde iki aday çıkmış!

Karadeniz insanının tabiatını ortaya koyan şahane bir haberdi bence.

İki günlük Trabzon gezimin sonunda vardığım sonuç şu:


Bu kentte yaklaşık 250 bin kişi yaşıyor, yarısı teknik direktör, öteki yarısı spor yazarı!


Trabzonspor Başkanı Sadri Şener
’den öğrendim: Sürekli Fenerbahçe ile ilgili yazan 15 civarında spor yazarı varken bu rakam Trabzonspor için 50’ye ulaşıyor!


Bir kentin ruhunu ve takımına bağlılığını gösteren basit bir istatistik ama çok şey anlatıyor
.


Şenol Güneş
ile kısa bir süre de olsa sohbet etme olanağı buldum.

Başından beri en doğru seçimin Güneş olacağını düşünüyordum, şimdi bir adım daha ileri gideceğim:


Şenol Güneş, Trabzonspor’un Alex Ferguson’u olabilir.


Yeter ki kentin yarısını oluşturan amatör teknik direktörler ile öteki yarısını oluşturan spor yazarları biraz nefes aldırsınlar.

İçinde Trabzonspor’un olmadığı bir şampiyonluk yarışının ne kadar yavan olabileceğini yıllardır yaşıyoruz çünkü.

Trabzonspor, bu kent için aynı zamanda ciddi bir şirket de sayılmalı. 200 kişiden fazla insan istihdam ediyor, binden fazla gence spor yapma olanağı sunuyor.


Başbakan’ın verdiği sözü tutup, Trabzon’a yeni bir stadyum için harekete geçmesi gerektiğini de hatırlatmış olayım.