Gulyabanilerden sarmısakla mı korunacağız?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın konvoyuna hiç rastladınız mı bilmiyorum. Ben birkaç kez buna maruz kaldım!
Maruz kaldım diyorum, çünkü bu kelime bence daha iyi karşılıyor durumu. Çünkü kimse isteyerek böyle bir durumla karşılaşmak istemez, eğer trafikte saatlerce beklemekten zevk almıyorsa!
Şöyle bir şeyi gözünüzün önüne getirin şimdi: Trafik polisleri bütün yolları kesiyor. Siz o yollardan birinin içinde, bir otomobilde kendi kendinize söyleniyorsunuz, tabii istediğiniz kelimeleri kullanabilmek gibi bir özgürlüğünüz de oluyor. Derken önden tepesinde lambalar yanan trafik polisi arabaları geçmeye başlıyor, bir, iki, üç… Ardından içinde takım elbiseli insanlar oturan başka sivil arabalar, onların da çoğunda yanıp sönen mavi lambalar var. Sonra içinde Başbakan’ın bulunduğunu düşündüğünüz siyah Mercedes’ler geçiyor, ardından yine aynı görüntü, tepe lambalı sivil araçlar, polis araçları. En sonda da bir ambulans bunu tamamlıyor.
“Öyle bir filo ki görse şaşar Anibal” dizesindeki gibi bir manzara.
Bitirmekte olduğumuz 2012 senesinde vatandaşlar olarak bu filonun tacizine çok maruz kaldık. Hatta içimizde, trafiğin bu nedenle kesilmesini protesto etmek gibi bir gaflet içine girenlerden bazıları bu filoda yer alan ekipler tarafından “Allah yarattı” demeden dövüldüler de! İstanbul Çamlıca’daki olayın görüntüleri hâlâ hafızamda.
Tabii terörün bir türlü bitmediği bir ülkede yaşıyoruz, bu nedenle Başbakan’ın böyle korunmasına fazla da sesimiz çıkmıyor. Bir manyağın bütün ülkeyi dehşete düşürmesini, yeni bir altüst oluşu hangimiz yaşamak isteriz ki?
“Tamam, biraz taciz ediliyoruz ama hiç olmazsa Başbakan’ı da koruyorlar” diye düşünüyor, durumu kendimiz açısından rasyonalize ediyoruz.
Ama o da ne?
Meğerse bu bir büyük palavraymış!
Başbakan’ın evinin alt katındaki ofisine, Başbakanlık binasına bile girip dinleme böcekleri konuluyor ama korumaların bundan haberi bile olmuyor!
Bugün böcek koymak için korumalara görünmeden oraya girebilenler, canları çektiğinde neler yapmazlar ki?
Ve Başbakan bu durumu sineye çekmemizi, fazla kurcalamamamızı istiyor.
Neden? Başbakan kimden ve neden korkuyor?
Recep Tayyip Erdoğan’ın bile korktuğu bir ülkede, sıradan vatandaşları gulyabanilerin yaptıklarından kim koruyacak? Odalarımıza sarmısak hevenkleri mi assak?
Kararlıyım, kararlısın kararlılar!
HABER Sabah gazetesinde şu başlıkla verildi: “Son MGK’da sınır güvenliği kararlılığı”!
Milli Güvenlik Kurulu bu yıl için son kez toplanmış ve bu konuda “kararlılığını ortaya koyacak kararlar” almış.
Fotoğrafı da var. Cumhurbaşkanı masanın en başında oturuyor. Sağında Başbakan. Onun yanında Başbakan yardımcıları, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, kuvvet komutanları, diğer sivil zevat, onların yüzleri pek seçilmiyor.
Ama habere uygun bir fotoğraf tabii!
Masadan buram buram kararlılık yükseliyor, mürekkep kokusuyla birlikte burnunuza kadar geliyor.
Böyle bir kararlılık karşısında artık sınırlarımızın güvenlik içinde olacağından emin olabiliriz.
Kimse gariban Pakistanlı, Bengaldeşli, Filipinli, Afrikalıları adam başı 20 bin dolar alıp boğulsunlar diye denize salamayacak mesela.
Dilleri farklı, renkleri farklı onca insanın, sınırın bir ucundan girip bütün Anadolu’yu kat ettikten sonra hiç fark edilmeden Ege sahillerinden teknelere bindirilmesi herhalde bu kararlılık gösterisinden sonra bitecektir.
Büyük olasılıkla Suriye ve Irak sınırından, terörist, kaçakçı, sığınmacı, El Kaideci geçişleri de durur. Malum “kararlılık” var artık, sınırlarımız güvende.
İçimi bir huzur kaplıyor, böyle haberleri okuyunca, geceleri daha rahat uyuyabiliyorum.
Böyle kararlı MGK’lara sahip olmayan ülkelerin vatandaşları için de üzülüyorum haliyle!
Yargılanan ifade özgürlüğüdür
DÜN bu yazıyı yazdığım saate kadar Odatv duruşması bitmemişti. Bu nedenle tahliye kararı verildi mi, yoksa yine aynı gerekçelerle tutukluluk hallerinin devamına mı karar verildi, bilemiyorum.
Böyle bir dava normal bir demokraside asla açılamazdı. Çünkü bu davada yargılanan şey, savcının iddia ettiği gibi terör örgütü filan değil, düşünce ve ifade özgürlüğüdür.
Dün gazetelerde yine Odatv davasındaki delillerden, bilgisayarlara virüsle gönderilen dosyalardan söz ediliyordu.
Ne önemi var? Virüs olsa ne yazar, olmasa ne yazar?
Yargılanan şey gazetecilerin haber yazması, fotoğraf basması, kitap yayınlamasıdır.
Bu davanın seyri ve bitiş şekli bize Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu gösterecek.
Bir demokraside mi yaşıyoruz, yoksa bir tür yarı diktatörlükte mi, onu göreceğiz.
Gerisi lafügüzaftır!