Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Paramız mı yoktu, aklımız mı?

TERÖR örgütünün uzunca bir süredir yollara döşediği mayınlar aracılığıyla askeri araçlara karşı saldırılar düzenlediği biliniyor.

Geçen gün gazetelerde Birleşmiş Milletler’e ait güçlerin Kosova, Bosna ve Afganistan gibi ülkelerde kullandığı özel bir personel taşıyıcının fotoğrafları vardı.

Tekerlek ve karın altındaki bölgeleri mayınlara karşı özel olarak güçlendirilmiş bu araçların yan taraflarındaki özel zırh düzeni de roketli saldırılara karşı koruma sağlıyor.

Gazetedeki haberde 10 personel kapasiteli bu aracın fiyatının 1 milyon 200 bin dolar olduğu belirtiliyor.

Bu ülke milli gelirinin yaklaşık yüzde 5’ini “savunma harcamalarına” ayırıyor. Erken uyarı uçakları (Awacs) için 1,5 milyar dolar ödeyeceğiz. Bunun dışında milyarlarca dolar daha harcıyoruz.

Böylesine bir büyük bütçe içinde o bölgede görev yapan güvenlik görevlilerimizin emniyet içinde görevlerini yapabilmelerini sağlayacak bu araçlardan almak için para bulamıyor muyuz?

Türkiye’nin savunma harcamaları planlanırken, acil önceliklerimiz içinde böyle bir kalem neden yok?

Küçük gruplar halinde faaliyet gösteren terör çetelerine karşı, geleneksel düzenli ordunun mücadelesinde önemli zorluklar olduğu da bu terör belası karşımıza çıktığından beri hep söyleniyor.

Bu süre içinde özel olarak bu tür savaşlar için yetiştirilmiş, daha küçük ve hareket kabiliyeti daha çok olan birlikler neden hazır hale getirilemedi?

Paramız mı yoktu, aklımız mı yoktu?

Terör, her gün yeni canlar alırken tartışmamız gereken şeyler arasında bunlar da var.

Lösemili çocuklar hálá bekliyor!

LÖSEMİLİ Çocuklar Vakfı’nın, Ankara’da kurmak istediği “sağlık kenti”ne arazi tahsisinin dört yıldır yapılmadığını yazmıştım.

Milli Emlak Genel Müdürlüğü, Lösev tarafından talep edilen arazinin Tarım Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’na tahsis edildiğini; isteğin bu nedenle yanıtlanamadığını açıkladı.

Vakıf’ın Ankara’nın bir başka bölgesinde talep ettiği arazi ise Çevre ve Orman Bakanlığı’nın özel çevre koruma alanı içinde yer aldığı belirtiliyor ve isteğin Gölbaşı Rekreasyon Alanları uygulama imar planı revizyonu sırasında değerlendirilebileceği belirtiliyor.

Ben de iddia ediyorum ki koca Ankara’da, her türlü projesi ve kaynağı hazırlanmış böyle bir tesis için hálá uygun bir alan gösterilememiş olması kabul edilebilir bir durum değil.

Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilmiş araziye kurulacak hastanelere de yakın olması bakımından Lodumlu’daki arazi daha uygun görünüyor.

Tarım Bakanlığı, bu arazide ne yapmayı düşünüyor ki lösemili çocuklar için hastane kurulacak araziyi elinde tutmaya devam ediyor?

Bir de şunu merak ediyorum: Bu arazi, bir spor kulübü ya da bir dinci vakıf tarafından talep edilseydi, tahsis için bu kadar süre geçer miydi?

Başbakan’ın, bu soruna bir an önce el atması gerekiyor.

O gün öyle, bugün böyle!

DP Genel Başkanı Mehmet Ağar, Genelkurmay’ın 27 Nisan açıklamasından daha önce haberdar olup olmadığı şeklindeki bir soruyu yanıtlarken şöyle konuştu: “Kesinlikle hayır. Daha önceden böyle bir duyum bize ulaşsaydı demokrasiden yana tercihimizi kullanırdık. Böyle bir durumda TBMM’de cumhurbaşkanlığı oylamasına katılırdık.”

Mehmet Ağar’ın bu konuşmasındaki mantığı anlamak bir hayli zor.

Benim hatırladığım kadarıyla DP, zaten milletvekillerinden bir bölümüne hákim olamamıştı.

Geri kalanların TBMM’de oturuma katılmamalarının nedeni ise “AKP’nin uzlaşma aramak yerine cumhurbaşkanı adayını dikte etmesi” idi.

27 Nisan’da, Genelkurmay sitesinde yayımlanan bildiri bu gerçeği değiştiriyor muydu?

Öte yandan söz konusu bildirinin yayımlanmasından sonra yapılan oylamalarda da DP milletvekilleri yoktu.

Eğer DP ve lideri bu bildirinin demokrasiye zarar verdiğini düşünüyorduysa neden sonraki turlara katılmadılar?

Denebilir ki “sonuç değişmeyecekti”. Evet, sonuç değişmeyecekti ama siyasette bir gün öyle, bir gün böyle davranmak inandırıcılığa zarar vermez mi?