Ne zaman unutur insan ne zaman alışır?
KÜRŞAT Başar ile arkadaşlığım gazetelerin Cağaloğlu’nda olduğu günlere kadar dayanıyor. Demek ki neresinden baksam 25 seneden fazla bir zaman. İlerleyen yıllarda birlikte de çalıştık, Aktüel’de, Tempo’da.
Ama aslında şimdi çalışmayı daha çok isterdim, çünkü artık sahneye de çıkıyor!
Geçenlerde bir gece sabahın ilk ışıklarına kadar gezdik. Bana bir şarkısını dinletti.
Youtube’da “Keşke burada olsaydın” ismiyle bulabilirsiniz, Ayşen söylüyor, Kürşat saksofonunu üflüyor.
Şarkının bir yerinde şöyle bir soru var:
“Ne zaman unutur insan, ne zaman alışır?/Anılar nereye kadar zamanla savaşır?”
Böyle sorular beni kışkırtıyor, mutlaka bir yanıt bulmam gerekirmiş gibi hissediyorum.
Evet, bugünkü konumuz bu: Ne zaman unutur insan?
Elbette bir anahtarı ya da bir küçük eşyayı unutmaktan söz etmiyoruz, konumuz aşk.
“Seviyeli ilişkilerden” de söz etmiyoruz, onları unutmak kolaydır. Gerçekten âşık olduğunuzda ve şu ya da bu nedenle ayrılmak zorunda kaldığınızda, hatıraların sizi huzursuz etmemesi için ne kadar zaman geçmesi gerekir?
Aşk ilişkisinin eşitsiz bir ilişki olduğuna inanılır. Şarkıda da öyle söylüyor zaten: Aşk birinin hep kaybettiği bir oyundur!
Ben bu görüşte sayılmam pek. Gerçek ve karşılıklı aşktan söz ediyorum, böyle bir ilişkide eşitsizlik yoktur da tarafların birbirlerine olan güvensizlikleri vardır.
Her iki kişi de yeterince sevilmediğini düşünür. Bir bırakılma korkusu yaşar, maddi temelleri olmasa da kendisini buna kaptırabilir. İlişkiler zaten böyle zehirlenmeye başlar.
Gerçek bir aşk varsa, bu zehirlenmeyi “ikili delilik hali” izler. Ayrılmalar, tekrar barışmalar, tekrar ayrılmalar giderek sıklaşır. Her buluşmada sanki hiç ara verilmemiş gibi ilişki kaldığı yerden, aynı şiddetiyle devam eder, her ayrılma bıçakla kesilmiş gibi aniden gerçekleşir.
Dedim ya buna “ikili delilik” diyoruz. İki delinin davranışında mantık aranır mı?
Bu başladığı zaman bilin ki yakın bir gelecekte âşıklar, birbirlerini bir daha hiç görmek istemeyeceklerdir. Her ikisi birden değilse bile en azından biri artık böyle bir aşamaya geçmiştir. Bunu kolayca yapabileceğini zanneder.
Murathan Mungan’ın “Aşkın Cep Defteri” isimli kitabından bir not almışım, şöyle yazıyor: “Ben diye başlayan aşk şarkılarının neredeyse tamamında ‘karşı taraf’ suçlu ya da hatalıdır. Herkes duygularını o şarkılarla dile getirdiğine ve o şarkıdaki hakkı yenmiş sevgilinin kendisi olduğuna inandığına göre, bu karşı taraf kim oluyor? Peki, onun şarkısı hangisi?” (Metis Yayınları.)
Bir aşk ilişkisinde en çok tekrarlanan cümle kuşkusuz ki “Seni seviyorum” olmalı.
İkinciliği de büyük olasılıkla “ölüm bizi ayırana kadar” cümlesi alacaktır.
Aşk böyle bir şeydir, ayrılık bir âşık için ölüm gibidir, onun için aşkın sadece ölümle biteceğini düşünür, bunu söylemekten de kaçınmaz.
Yalandır diyemeyeceğim. Bunu isteyerek, hissederek söyler. Ama ölüme gerek kalmadan ayrılabilir insanlar, ilişki yarım kalabilir. Nefesin tıkanıyor, kendini ölüyor gibi hissetsen de ölmezsin, yaşamaya devam edersin.
Kürşat’ın şarkısındaki soru tam da bu döneme denk geliyor olmalı.
Evet, ayrılık öldürmez, ama bu duyguyla yaşamak da zordur.
Şarkıdaki gibi: “Hatıralar sarmış dört bir yanımı/Baktığım her yerde izin duruyor/Ben seni düşünmek istemesem de/Bana her şey seni hatırlatıyor!” Herkes bilir bu şarkıyı, “Beraber yürüdük biz bu yollarda!”
Böyle bir durumda insan bir makine olmak ister aslına bakarsanız. Düşünsenize hayat ne kolay olurdu: Bir düğme var, basıyorsun, çalışmaya başlıyor ve birisini seviyorsun, sonra tekrar basıyorsun, kapanıyor ve eskiden sevdiğini hatırlamıyorsun bile.
Yine Murathan’a kulak vereceğiz:
“Ayrılık da hastalık gibi yaşanır. Hani kimi ateşli hastalıklar vardır; sabahları daha iyi kalkar, gündüzleri iyileştiğini sanırsın, hallettiğini. Akşam indiğinde yeniden ateşin yükselir., gözlerin kararır; özlersin, çok özlersin; sandığın kadar halledememiş olduğunu anlarsın, ateşin sürüyorsa hiç halledemediğini düşünmeye başlarsın. Sonra ertesi gün gene aynı şey olur, sabah bir armağan gibi hafif gelir, sonra yine akşam iner. Ateş. Kor. Bir süre böyle sürer bu. Kimi zaman iyileşirsin, kimi zaman çaresizliği unutmak sanırsın, kimi zaman artık hiçbir şey sanmayacak kadar kapılırsın gündelik hayatın akışına.”
“Aşk bazen acısız, ağrısız yıllarca durur aynı yerde.
“Acısı geçeni, geçti sanırsın.”
Evet, böyle zannedersin ama geçmez, kalp nasırlaşmaz, beyin unutmaz.
“Ne zaman unutur insan” sorusunun yanıtı budur: Gerçekten âşık olduysa hiçbir zaman!
Ama yaşamı bilinenler ve öğrenilenler üzerine kurulu olan, yaşadıkları tekdüze hayattan yakınmayanlar için gerçek biçimde âşık olmak zordur.
O yüzden onlar kolayca unutabilirler.
Biten bir aşkın ardından üzülmeleri gerektiğini bir yerlerden öğrenmişlerdir, bir süre rol gereği üzülürler.
Boş yaşamlarının şimdi iyice boş hale geldiğini zaten fark da edemezler.
Onlar için zaten Kürşat’ın şarkısındaki soru da anlamsızdır. “Nasıl yani” derler, “Neden unutmayacakmışım?”
Bilmezler ki seni gerçekten aşkla seven birini, bir kere daha kolayca bulabilmen zordur.
Terk edilen âşığın tesellisi de budur zaten: Bir daha kimse onu benim gibi sevemeyecek!