Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Güveniyor muyduk ki ‘güven bunalımı’ oldu?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Pakistan’a giderken gazetecilere yaptığı değerlendirmede “34 kişinin gelişinde yaşanan görüntüler nedeniyle bir güven bunalımı doğdu. Bu nedenle Avrupa’daki grubun gelişi ertelendi” dedi. Konuşurken kullandığımız seçtiğimiz kelimeler çoğu zaman bilinçaltımıza yer etmiş duygu ve düşünceleri de ele verir.

Başbakanımız çok ve aklına estiği gibi konuşmayı sevdiği ve kelimelerini seçmeye çok fazla gayret etmediği için bunu sıkça yapıyor. Meselâ bu konuşmasındaki “güven bunalımı” deyimini ele alalım.

İlk akla gelen soru şu: Karşılıklı duyulan bir güven mi vardı ki güven bunalımı doğmuş olsun?

Başbakan da PKK’yı en az bizim kadar tanıyor olmalı. Bu nedenle, bu işin bir gövde gösterisine dönüşmüş olmasına şaşırması tuhaf. Bu durumda aklıma şu soru geliyor: Başbakan ya da onun adına birileri (bir bakan, MİT Müsteşarı veya konuyla ilgili bir görevli) bu dönüş ile ilgili bir pazarlık yapıp, “gösteri olmayacak” diye teminat mı almıştı?

Başbakan’ın herkesin tahmin edeceği bir gösteriye bu kadar kızıp, içini yeterince doldurmadan ortaya attığı “Kürt açılımı-demokratik açılım”dan vazgeçebileceğini söylemesinin nedeni verilen sözün tutulmamış olması mı?

Önümüzdeki kısa süreçte bunun yanıtını büyük ihtimalle alamayız.

Ama aylar, yıllar geçip “yakın dönem siyasi tarihi” yazılmaya başlandığında bu yanıtı alabiliriz diye düşünüyorum.

Ve Başbakan’a eski bir sözü de hatırlatmak isterim:

“Kaplanı kuyruğundan tutma, tutarsan da bırakma!”

 

Savcılar daha titiz olmalı

 

ERGENEKON Savcılarından Fikret Seçen’in kardeşi evlendi, nikâh şahitlerinden birisi de Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı idi. Yeni evlilere mutluluklar dilerim. Bizde evlenen çiftlerin şahitliklerini ailenin büyüklerinden birinin yapması normaldir. Bazı durumlarda önemli mevkilere gelmiş kişilerin şahitliği de istenir ki bu da artık toplumsal geleneğimizin ayrılmaz bir parçası.

Bu nedenle bir bakanın şahitliğinin garip bir tarafı yok. Aynı şekilde Hayati Yazıcı’nın nikâh şahitliğini de yadırgamıyorum.

Hatırlayacaksınız Ergenekon savcıları, yargıçları ile soruşturmayı yürüten polis şeflerinin birlikte katıldıkları iftar yemeği konusu da çok tartışılmıştı. Türkiye’de bu tür iftarların yadırganmaması gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak birlikte çalışan kamu görevlileri söz konusu ve bir yemekte buluşmaları normaldir.

Unutmayalım ki ilk görevlerini küçük yerleşim yerlerinde yapan bu görevliler, oralarda da böyle yaşıyorlar.

Ancak Ergenekon davası, bildiğimiz nedenler ile elbirliğiyle siyasi bir davaya dönüştü.

Başbakan’ın savcı, ana muhalefet liderinin avukatlık rollerini benimsemeleri, soruşturmanın yürütülüşü sırasında savcıların bazı kurallara uymakta titizlik göstermemeleri gibi nedenler buna yol açtı.

İşte bu nedenle normal gibi görünen iftar yemeği ve nikâh şahitliği gibi durumlara siyasi anlamlar atfediliyor.

Bu davanın siyasi tartışmalardan uzak tutulması, sanıkların adil yargılanma hakları açısından önem taşıyor ve buna en çok dikkat etmesi gerekenler de hiç kuşku yok ki savcılar ve yargıçlar olmalı.

Onlar bu tür konularda titiz davranmalı ki davanın üzerindeki siyaset gölgesi dağılsın, Türkiye için çok önemli bir davada “toplumun adalet duygusu” zedelenmesin.

Keşke, savcının kardeşi kendisine bir başka nikâh şahidi bulmuş olsaydı!

 

Bir şey seyredebilsek canımız yanmaz!

 

TRT için toplanan paraların büyüklüğünü görünce insanın şaşırmaması mümkün değil.

Gazetelerde şöyle bir liste yayımlandı.

Cep telefonundan 100 milyon Euro, kara taşıtlarından 50 milyon Euro, mp3 çalarlardan 10 milyon Euro, yatlardan 200 bin Euro, uçaklardan 200 bin Euro ve değişik kalemlerden toplam 20 milyon Euro!

Neresinden baksanız 170 milyon Euro’ya varan bir kaynak, ceplerimizden TRT’ye aktarılacak. Reklam gelirleri de hariç!

Özel televizyon yöneticilerinin ağızlarının suyunu akıtacak bir rakam ve böyle bir bütçeyle “en çok izlenen televizyon” olmamak için bu işin nasıl yapılacağını bilmiyor olmak gerek.

Peki, bu kadar parayı verdiğimiz halde TRT görevlerini yerine getirebiliyor mu?

Yani özel televizyonların reyting kaygısıyla yüz vermedikleri türden haber programları, belgeseller, kültür programları, kitlesel olmayan sporları sevdirip yaygınlaştıracak programlar yapıyor mu?

Ne gezer!

Bir tek görevi var sanki: En yandaş medyadan bile daha yandaş olmak!

İzlenmeyi başaramadıkları için bunu bile doğru dürüst yapamadıkları da cabası!

TRT katılım paylarının üzerine durduk yerde böyle yüklenilmesinin bir nedeninin de TRT’nin futbol naklen yayın ihalesini alma hevesi olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

Güya vatandaşa “bedava maç” izlettirecekler ama bir dekoder parasından daha çoğunu ceplerimizden peşin peşin alıyorlar. Üstelik maç izlemek için hiç para ödemeyi düşünmeyen milyonlarca kişi de bunu ödüyor!

Bakalım tüketici kuruluşlarının açtığı dava, bu haksız tahsilata engel olabilecek mi?