Ha Ali Veli, ha Veli Ali-2
DÜNKÜ yazımın başlığı da aynen bu şekildeydi, dünkü gelişmelerden sonra tekrarlamakta bir sakınca olmadığını düşünüyorum.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül‘ü bir “tek yumurta ikizinden” farklı görmüyorum.
Gül de Erdoğan gibi aynı siyasi geçmişten geliyor ve “değiştim” ifadeleri kendisinden menkul. Kapsamlı bir özeleştiri yaptığını, eski düşünceleriyle kamuoyunun önünde hesaplaştığını hatırlamıyorum.
Adaylığının belli olmasından sonra söylediği “demokratik, laik hukuk devleti ilkelerine sadık kalacağım” cümlesinin “idareten söylenmiş” bir söz olmaması gerektiğini ümit etmek istiyorum.
Öte yandan Cumhurbaşkanı’nın toplumun her kesimini temsil etme yeteneğini haiz olması gerektiğine inanıyorum.
Abdullah Gül, gerek siyasi kimliği ve gerekse seçimindeki dayatmacı üslup ile bu özelliğe uymuyor.
Gül’ün Erdoğan’a göre tek farkı kişiliğinden kaynaklanan nedenlerle siyasette uzlaşmaya daha yatkın oluşudur.
Eğer Cumhurbaşkanlığı makamında bu özelliğini korumayı başarırsa, Türkiye bu zor dönemi daha kolay atlatabilir.
Çankaya’da türbana neden karşıyım?
ABDULLAH Gül‘ün, AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak ortaya çıkmasına yol açan siyasi gelişmeler içinde en önemlisinin TBMM Başkanı Bülent Arınç‘ın, Başbakan ve Gül ile yaptığı görüşmeler olduğu anlaşılıyor.
Arınç’ın bir başka isme itirazının temelinin “eşi türbanlı birisi Cumhurbaşkanı olsun” ısrarına dayandığı ileri sürülüyor.
Abdullah Gül de bu yoldaki sorulara, “Türban eşimin kişisel tercihidir” yanıtını veriyor.
Buna hiç kuşku yok, türban elbette kişisel bir tercihtir.
Ancak ihmal etmememiz gereken bir durum var ki o da türbanın aynı zamanda kadın-erkek eşitsizliğini vurgulayan bir aksesuvar olmasıdır.
Türban, kadınların toplumsal yaşam içinde erkeklerle bir arada olabilmelerini bazı örtünme koşullarına bağlayan toplumsal bir dayatmanın da sembolüdür.
Ve böyle bir sembolün, toplumumuzu temsil eden en yüksek makamda yer almasının bir tek sonucu olur: Kadınların toplumsal yaşama katılabilmelerini bazı örtünme koşullarına bağlayan anlayış meşruiyet kazanır, normal bir şey gibi görülmeye başlanır.
Cumhuriyet, kuruluş yıllarında giysi devrimi yaptığında bunun bir tek amacı vardı: Kadınlar ile erkekler, geçmişin sınırlamalarından kurtulsunlar ve toplumsal yaşamda bir arada olabilsinler.
Bugün, Türkiye ile öteki Müslüman ülkeler arasındaki toplumsal gelişmişlik farkının en önemli unsurlarından biri de kadınların üretim süreçleri içinde özgürce yer alabilmeleri oldu zaten.
Şimdi “Çankaya’daki türban” buradan bir geriye dönüşe işaret eder, kişisel özgürlüklerin kullanımına değil.
Gül’ün tercihini merak ediyorum
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer ile Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül arasındaki farklılıkların Çankaya’ya nasıl yansıyacağı dünün “gevezelik” konularından biriydi.
Artık hiç kuşku yok ki bugüne kadar atamaları Sezer tarafından yapılmayan kişilerin hepsi yeni görevlerine kolayca atanabilirler.
Bu, AKP’nin devletteki kadrolaşma hareketinin önemli bir ivme kazanacağına işaret ediyor.
Yine Sezer’in rejim açısından sakıncalı bulup geri çevirdiği yasaların tümü de onaylanacaktır.
Böylece AKP’nin tek başına at koşturacağı bir döneme girmiş olacağız.
Burada en büyük görev de artık yargıya düşüyor.
Yasama ve yürütmeyi tamamen kontrol eden bir partinin icraatlarının, bir tek parti diktatörlüğüne dönüşmesini önleyecek güç sadece yargı olarak ortaya çıkıyor.
Bir diğer değişiklik de Çankaya’nın artık halka daha çok açılacağıdır.
Sezer’in kişiliğinden ve mesleki geçmişinden kaynaklanan nedenlerle Çankaya ile toplum arasında oluşan mesafe Gül döneminde kapanacaktır.
Siyasetten gelen daha önceki iki cumhurbaşkanı döneminde olduğu gibi “renkli” bir döneme hazır olmak gerekiyor.
Bir diğer farklılık da Çankaya’nın, Turgut Özal ve Süleyman Demirel döneminde olduğu gibi dış politikada daha aktif bir rol oynaması olabilir. Benim merak ettiğim en önemli konu ise şu:
Bakalım, Abdullah Gül neyi tercih edecek? AKP’nin Çankaya’daki onay makamı olmayı mı, yoksa tüm halkın cumhurbaşkanı olmayı mı?