DÜN Silivri Cezaevi’ne gittim. Türkiye Gazeteciler Federasyonu ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel, bizler için Adalet Bakanlığı’ndan “ziyaret izni” aldı. Dün “açık görüş” günüydü, biz de bir grup gazeteci arkadaşla birlikte Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Mehmet Deniz Yıldırım ve Turhan Özlü ile açık görüşte konuşmak olanağı bulduk.
Tutuklulardan Tuncay Özkan ile Radikal ve Milliyet’i yönettiğim yıllarda birlikte çalıştık.
Özellikle Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan ilişkiler ağının aydınlatılmasında, Yeşil’in izinin sürülmesinde, Garih cinayetinde ve daha birçok önemli dosyada Tuncay’ın ortaya çıkardıklarını yayınladık. Ve şimdi o yayınlar nedeniyle yargılanıp mahkûm olan kişilerle aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanıyor! Fıkra gibi diyeceğim ama gerçek!
Önce şunu söyleyeyim: Beş gazeteci arkadaşımızın da morallerinin sağlam olduğuna, sağlıklı olduklarına tanık olmaktan mutlu oldum.
Ama onların neden bizler gibi dışarıda değil de hapishanede olduklarını düşündüğümde yüzümdeki mutlu ifade kayboluyor.
Mustafa Balbay, Ergenekon yargılaması süresince yaşadıklarından sonra bir tiyatro oyunu yazmaya başlamış, yakında bitirebileceğini söylüyor.
Elbette bu bir “anılar manzumesi” değil, kendi karşılaştığı olaylar olduğu kadar başka tutukluların yaşadıklarından da esinlenilmiş bir tiyatro oyunu. Ve doğrusunu isterseniz bütün bu yargılama safahatını gazetelerden takip eden bir vatandaş olarak orada yaşanan olayın bir “tiyatro” olduğuna ilişkin güçlü bir kanaatim de var.
Balbay yakında hapishanedeki dördüncü yılını tamamlayacak. Özkan da beşinci yılını! Yıldırım ve Çiçek dördüncü yıllarına girecekler, Özlü ise ikinci yılının sonuna doğru yaklaşıyor.
Normal bir yargılama süreci olsa, bu arkadaşlarımız şu anda hapishanede değil, dışarıda olurlardı.
Tuncay Özkan hâlâ neyle suçlandığını bilmiyor. Balbay’a yönelik suçlama gazetecilik faaliyeti sırasında görüştüğü kişilerle aynı örgüte üye olduğu iddiası.
Diğer üç arkadaşımız sadece “haber” yayımladıkları için hapisteler. Elbette onları hapiste tutmak için bir “örgüt üyeliği” uydurulmuş ama çıplak gerçek bu: Herkesin eline geçmiş bir haberi yayımlamak!
Gazetecilik anlayışı olarak bunu tartışabiliriz. Kimi gazete yöneticisi bu haberi yayımlamadı, onlar yayınladılar.
Ama şunu tartışamayız: Bir ülkede özgür basın faaliyeti varsa, ‘O haberi niye yayınladın’ sorgulamasını yapmak mahkemelerin işi değildir.
Hikmet Çiçek şu anda Türkiye’de tutuklu olarak hapishanede bulunan en yaşlı gazeteci unvanına sahip! İlk hapishane deneyimi değil tabii ve o deneyimle şunu söylüyor: “Böyle bir yargılama ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de, ne de DGM’ler döneminde görülmemiştir!”
Yıldırım’ın suçu Başbakan’ın bir telefon konuşmasını yayımlamış olmak. Bu konuşmayı gizlice elde etmekle suçlanıyor ama başka gazete yöneticilerinin mahkemede “Aynı konuşma bizlere de servis edildi” şeklindeki tanıklıkları dikkate bile alınmamış.
Normal olarak üçüncü yargı paketi denilen yasal düzenleme çerçevesinde çoktan salıverilmesi gerekiyordu ama mahkeme onu içeride tutmakta ısrar etti.
Özlü’nün suçu da bir basın toplantısını yayımlamaktan ibaret ve bunun için bir buçuk yıldır tutuklu yargılanıyor ve mahkemede sadece 15 dakika konuşma olanağı bulabilmiş!
Bu davanın bir asker sanığı duruşmada 3. Yargı Paketi’ndeki “adli kontrol hükümlerinin neden kendisi için uygulanmadığını” sorunca yargıçlardan biri şöyle bir yanıt vermiş:
“Bize Üçüncü Yargı Paketi’yle gelmeyin, canımız sıkılıyor!”
Şimdi paketlerden dördüncüsü yolda, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Adalet Bakanı Ankara’daki “yüksek düzeyli konferansta” yargının kanunları yorumlarken özgürlükleri gözetmesinin gerekliliğinden söz ediyor, TBMM yargı paketleri yasalaştırıyor ama bu yargıçların “canını sıkmaktan” başka bir işe yaramıyor.
Beş gazeteci arkadaşımızdan gelecek sefere dışarıda görüşmek dileklerimizle ayrıldık.
Bu memlekette eğer gerçekten hukuk ve adalet varsa, neden olmasın?
Ağızlarından adeta bal damlamış
AVRUPA Konseyi, Adalet Bakanlığı ve yüksek yargı kurumları tarafından ortaklaşa düzenlenen “Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğü” konulu konferansla ilgili olarak Sedat Ergin’in ve Taha Akyol’un dün Hürriyet’te yayımlanan izlenimlerini okudum.
Doğrusunu isterseniz okuduklarımdan mutlu oldum.
Adalet Bakanı’nın, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Yargıtay Başkanı’nın sözleri, normal bir demokraside herkesin üzerinde hemfikir olması gereken sözler.
Adalet Bakanı şöyle diyor:
“Hoşa gitmeyen, rahatsızlık veren, hatta şok eden fikirlerin, en az zararsız ve etkisiz gibi görülen, makul ve makbul sayılan fikirler kadar hoşgörüyle karşılanması gerekir.”
Yargıtay Başkanı’nın sözleri:
“İfade özgürlüğü aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden düşünceler için de uygulanmalıdır. Bunlar çoğulculuğun gerekleri olup, bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”
Anayasa Mahkemesi Başkanı da şunu söylemiş: “Evrensel ilke ve kavramlarla örtüşmeyen yorum ve anlayışlar, çağdaş dünya ile bağlarımızı koparmaktadır.”
Dedim ya ben bunları okudum ve mutlu oldum. Dilerim özel yetkili mahkemelerin savcıları, yargıçları da bunları okumuş olsunlar. Tabii bir dileğim daha var: 
Acaba bu konuşmaların bir kısa özetini Başbakan’a ve onun adına (ki bazen Başbakan’ın bile bunlardan haberdar olmadığına inanıyorum!) medya yöneticilerine mesajlar iletenlere de gönderebilirler mi? Bu görüşleri onların da okuması sağlanabilir mi?
