Her türlü ’enerji kaynağına’ karşıyız Peki, Türkiye ne yapsın?
RUSYA ile Ukrayna arasındaki “doğalgaz krizi”, dünkü gazetelerden anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’de de panik yarattı. Dün bu konuda gazetelerde çıkan köşe yazılarının sayısı bile bunu gösteriyor: Hürriyet’te 3, Milliyet’te 2, Radikal’de 1, Vatan’da 1, Sabah’ta 5 köşe dün doğalgaz krizini yorumlamaya çalışıyordu.
Haber neredeyse tüm gazetelerin birinci sayfalarından verilmiş, iç sayfalarda da geniş olarak işlenmişti. Bazı gazetelerde bu konuda hiç yorum yapılmamış olmasının nedenini acaba o gazetelerin köşe yazarlarının gündemleri ile yazı işleri gündemlerinin birbirinden çok farklı olmasıyla mı açıklamalıyız?
Şimdi merak edilen konu şu: Acaba Rusya, enerji silahını kullanarak politikasını beğenmediği ülkeler üzerinde baskı yaratabilir mi? Türkiye gibi, Rusya’nın önemli doğalgaz müşterilerini böyle bir tehlike mi bekliyor?
Böyle bir beklentinin çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Rusya’nın, Ukrayna’ya gaz göndermeyi kesmesinin bazı Avrupa ülkelerini etkilediğinin görülmesinin ardından yeniden gaz pompalanmaya başlanması da bunun göstergelerinden biri.
Öte yandan Rusya, doğalgazını satarak para kazanmak ve kalkınmasını finanse etmek zorunda olan bir ülke. Bundan vazgeçmesi demek herkesten önce kendi halkını cezalandırması demek ki en çılgın diktatör için bile verilmesi zor bir karar olmalı.
Öte yandan dünkü yorumların ortaya koyduğu bir gerçek daha var: Türkiye’nin alternatif enerji kaynaklarına da yönelmesi gerek.
Ama şöyle bir problemimiz de var, dünkü yorumlarda buna değinildiğini görmedim: Kömüre dayalı termik santral kurulsa “çevre kirleniyor” diye karşı çıkıyoruz. Nükleer santraldan söz etmek bile ayıp sayılıyor. Doğalgaz ve petrolde “dışa bağımlıyız” itirazları var. Hidroelektrik santrallarının ekonomik ömürlerinin kısalığından söz ediliyor. “Endemik türler tehlikeye giriyor” ya da “tarih sular altında kalıyor” diyerek bazı barajların yapılmasına da karşıyız. Rüzgár ve güneş enerjisine dayalı santrallara karşı olanların başında da Enerji Bakanlığı geliyor.
Şimdi hep birlikte yanıt aramamız gereken soru bu: Peki Türkiye ne yapsın?
Taksim magandalığını biraz abarttık
YILBAŞI kutlamaları sırasında Taksim Meydanı’na yolu düşen bir kadın turistin başına gelenleri onaylayabilmek elbette mümkün değil.
Sarkıntılık ve taciz her durumda eleştirilmesi ve böyle davrananların aşağılanmasını gerektiren bir durum diye düşünüyorum.
Ama kendimizi eleştirirken de biraz daha insaflı olmamızda bir sakınca yok.
Yılbaşı kutlamaları sırasında Londra’da Trafalgar’da, New York’taki Times Square’de, Paris Champs-Elysees’de de aynı görüntülerin ortaya çıktığı bilinmeyen bir durum değil.
Hatta sadece yalnız kadınların değil, yanlarında eşleri ve sevgilileri olan kadınların bile taciz edildiklerini oralara yılbaşında yolu düşenler biliyor olmalı.
Dolayısıyla sorun “Türk olmakla” ilgili değil. Sorun genel olarak “erkek egemen bütün toplumların sorunu”. Ve birazcık alkolle normal görünen birçok insanın içindeki maçoluğun ortaya çıkışının engellenemiyor olması.
Tek suçlu ’trafik canavarı’ değil
İZMİR’de iki yıl önce aşırı hız nedeniyle trafik kazası yaparak bir kişinin ölümüne, beş kişinin yaralanmasına neden olan Mehmet Yalçın, iki yıl aradan sonra önceki gün tekrar sahneye çıktı ve bu kez 18 yaşındaki bir motosiklet sürücüsünün ölümüne neden oldu.
Hürriyet’te bugün okuyacağınız haber Yalçın’ın ehliyetine iki ay önce alkol nedeniyle el konulmuş olduğunu da anlatıyor.
Haberin en önemli detayı ise şurası: Son kazasında da alkollü olduğu anlaşılan Yalçın, iki yıl önce neden olduğu kazadan sonra yargılanmış ve “ölümlü kazaya neden olmak suçundan” beş ay cezaevinde yatmış.
Bu tablo bize şunu gösteriyor: Otomobillerini bir ölüm aracı olarak kullananlara karşı verilen cezalar yetersiz. Belli ki verilen ceza Yalçın’ın “ıslah olması için” yeterli olmamış. Ehliyetine alkollü olduğu için el konulmuş, yine de alkollü olarak trafiğe çıkıp tek suçu o sırada orada bulunmak olan bir çocuğun ölümüne neden olmuş.
Yalçın’ın yarattığı bu tabloyu İçişleri Bakanlığı’na, milletvekillerimize ve yargı organlarımıza armağan ediyorum.
Ve onlardan vicdanlarına şunu sormalarını rica ediyorum: 18 yaşındaki bir çocuğun göz göre göre ölüp gitmesinde tek suçlu “trafik canavarı” deyip geçeceğimiz kişi midir?