Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hiç büyümeyecek bir kız çocuğu bana bakıyordu!

SİYAH–BEYAZ fotoğrafta omuzlarına dökülen siyah saçları ve içi gülen gözleriyle bakan bir kız çocuğu vardı.

18 yaşındaydı. Ve artık hep 18 yaşında kalacak.

Onunla bu dünyada yolumuz bir kez kesişti. Atatürk Havaalanı’nın özel havacılık terminalinin çıkış kapısında ben bir minibüse biniyordum, Aslı ise giriş kapısında, bir tabutun içindeydi, gözü yaşlı yakınları tarafından karşılanıyordu.

O kısacık anda aklımdan geçenleri yazmak içimden gelmiyor. Gözümün önünde kendi kızımın, başka babaların kızlarının, oğullarının görüntüleri canlanıyor çünkü.

İnsanoğlu çok bencil bir yaratık! Bir ocağa ateş düştüğünde bir yandan yüreğiniz yanıyor, diğer yandan bildiğiniz duaları tekrarlayıp duruyorsunuz içinizden; sırasız, zamansız bir ölümle hiç karşılaşmamak, o acının ne anlama geldiğini hiç öğrenmemek için.

Aslı’nın fotoğrafını dün yakınları tarafından verilmiş bir ilanda, Hürriyet’in sayfalarında gördüm.

Aslı milli kayakçıydı. Erzurum’da antrenman yaptığı pistte yeterli önlemler alınmamış olduğu için 18 yaşında bu dünyaya veda etti.

İlan, bu “kazanın” nedenlerinin, ihmaller dizisinin hesabının sorulması ve bundan sonra böyle ihmaller ile başka Aslıların elimizden kayıp gitmemesinin sağlanması talebiyle verilmişti.

Ve Aslı o ilanın içinden bana bakıyordu!

Böyle bir ilanın verilmesine neden gerek görüldüğünü, Türkiye’de yaşayan herkes bilir.

Soruşturmalar yapılır, bilirkişiler raporlar yazar. Mahkemeler kurulur. Sonuç çoğu zaman koca bir hiçtir. “Kader” derler, “kaza” derler, geçerler.

Çünkü bu ülkede, kimse yaptığı hatanın, görevini ihmal etmiş olmanın bedelini ödemez.

Eğer bu bedeller o meşum 12 Ocak gününden önce ödenmiş olsaydı, Aslı da böyle bir “kazanın”, böyle “ihmallerin” kurbanı olmazdı.

Şimdi bir gazete sayfasından bize bakıyor. Hiç olmazsa bu kez bunun hesabı sorulsun, gerçekler ortaya çıksın, bir daha böyle bir şey yaşanmasın diye.

İsimlerimizin önünde koca koca sıfatlar var. Başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, genel müdürler, müdürler, şefler, gazete yöneticileri vs!

Küçücük çocukların ölümünün bile hesabını soramadıktan sonra bu sıfatları taşısak ne olur, taşımasak ne olur?

Güney sınırımızda ‘komşu’ değişti!

PKK’nın Suriye kolu PYD, Suriye’de Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde yönetime el koydu.

Halk savunma komiteleri” ismiyle örgütlendiler ve kamu yönetimi binalarını işgal ederek, yönetimi devraldıklarını açıkladılar.

Böylece Kuzey Irak’ta artık bir devlet olmak için sadece bunu ilan etmeyi bekleyen “otonom Kürt bölgesinden” sonra, Kuzey Suriye’de de “otonom Kürt yönetimine” doğru ilk adım atılmış oldu.

Güney sınırımızdaki komşumuz, “otonom Kürt yönetimlerinden” oluşuyor!

Barzani’nin “tek ve birleşik Kürdistan hayali” artık en azından Arap coğrafyasında giderek bir hayal olmaktan çıkacak gibi görünüyor.

Kendi Kürtleriyle (hadi en azından bir bölümüyle diyelim) sorunlarını bir türlü çözemeyen Türkiye için de yeni bir dönem başlayacak.

Acaba Suriye’de kontrolsüz bir iktidar değişikliğinin bayraktarlığını yapan “stratejik derinlik uzmanı” Dışişleri Bakanımız şimdi nasıl bir yol düşünüyor?

Yoksa hepimiz için en hayırlısı onun artık hiç düşünmemeye başlaması mı olurdu?

Hesap günü gelmeden yanıtları alsak artık

BU haftaki “geleneksel pazartesi sorularımıza” eşlik edecek melodimiz Zager ve Evans’ın “In the year 2525” şarkısı. Bu şarkı “hit” olduğunda ben ortaokula yeni başlamıştım, artık “hit” değil klasik sayılır. Şöyle başlıyor şarkı, tabii İngilizce ama ben yine Türkçesini yazacağım: “2525 yılında / erkekler hâlâ hayattaysa / kadınlar ayakta kalabildiyse / birbirlerini bulabilirler.”

Şarkı sonra 1010–1010 yıl ilerliyor: 3535, 4545, 5555, 6565…

10 bin yıl sonraya ulaştığında şunu söylüyor:

10 bin yıl oldu şimdi / Milyonlarca gözyaşı döktü insan / Ne için olduğunu hiç bilemedi / Hükümdarlığı boyunca / Sonsuz bir gece boyunca / Parlayan yıldız ışıkları / Ama çok uzaktalar / Belki de sadece dündü.”

Bu şarkıyı seçmemin nedeni ramazan ayına girmiş olmamız ve bu ayın kendine özgü uhrevi havasının, içimizde bazılarını etkilemiş olabileceği ihtimali.

“Hesap günü” sanki hiç gelmeyecekmiş gibi görünüyor birçoğuna. Ama belki de tıpkı şarkıdaki gibi: Belki 10 bin yıl sonra, belki de yarın!

Hesap gününün bin yıl sonra gerçekleşmesi olasılığına karşı ben sorularımı kayda geçireyim ki hafızalarımız nisyan ile malul olmasın!

1– KPSS çetesi ne oldu? KPSS sorularını çalıp dağıtan suç örgütü Başbakan’ın “Tez bulun, dosyayı da önce bana getirin” talimatına rağmen hâlâ yakalanabilmiş değil.

Öyle bir suç örgütü ki MİT’ten, Emniyet’ten güçlü, Başbakan’ın emirleri bile onlara işlemiyor!

Bu da yetmiyormuş gibi son sınavda da bir dershanenin test sınavının soruları, sınavda soruldu.

Acaba o suç örgütü yöntem mi değiştirdi
? “Test sınavlarını” belli bir çevreye dağıtıp sonra gerçek sınavda o soruları sordurtmak, sanırım soruları çalıp yanıtlarını dağıtmaktan daha kolay!

2– Bülent Arınç’a suikast meselesi ne oldu?
O tarihte TBMM Başkanı olan Bülent Arınç’a suikast yapacak diye bir otomobildeki subaylar yakalandılar, krokileri yutmaya çalıştıkları bile iddia edildi ama o günden beri ne açılan bir dava var, ne de suikast iddiasının arkasında ne olduğunu öğrenebildik.

Bu gündemi değiştirmek, bazı gelişmeleri tetiklemek için uydurulmuş bir palavra mıydı, yoksa?

3– Suudi Arabistan Kralı’nın verdiği hediyeler neden beyan edilmedi? Kanunlarımıza göre yabancı devlet adamlarının kamu görevlilerine, devlet yöneticilerine ve eşlerine verdikleri armağanların beyan edilmesi ve süresi içinde hazineye devredilmesi gerekiyor.

Suudi Arabistan Kralı, gittiği ülkelerde devlet yöneticilerinin eşlerine pahalı mücevherler armağan etmesiyle meşhur. Türkiye’ye geldiğinde kimlere, neler hediye etti? Bunlar beyan edilmedi çünkü eğer beyan edilmiş olsaydı en azından bu beyanların bir fotokopisini açıklamanın ekine koyar, yollarlardı. Hediyeler neden beyan edilmedi ve şimdi hangi kasada saklanıyorlar?