Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hükümet, kendini devlet zannederse

“HÜKÜMETİMİZLE kavga eden, zıtlaşan yerel yönetimler her projelerini Ankara’dan geçiremiyorlar.”

Bu sözleri, bir Adalet Bakanı söyledi. Gizli bir toplantıda, kapalı kapılar ardında üç beş kişiye değil, bir meydan mitinginde söyledi.

“O nedenle halkıyla barışık, hükümetiyle barışık, devletiyle barışık, mahalli yöneticiler işbaşında olursa sorunlarınız daha çabuk çözülür.”

Bunu söyleyen de aynı kişi, Mehmet Ali Şahin, adının önünde “Adalet Bakanı” sıfatı yazılı! Seçmene şantajın bu kadar açıkça yapılmasına rahmetli Turgut Özal’dan beri tanık olmamıştık.

Ama Özal bu kadarını düşünememişti. Onun söyleyebildiği sadece “Eli kolu bağlı belediye başkanı ister misiniz”den ibaretti! Yerel seçimler, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın halk iradesinin sonucu olacak.

Kaçınılmaz olarak bugünkü iktidara muhalif adaylar da seçim kazanacaklar. Bu bir demokrasi için lanetlenecek değil, sevinilecek bir durum. Bakan Bey, seçim kazanacak muhalif adayların “halkıyla barışık olmadığını” iddia ediyor. Nasıl yani? “O zaman seçimi nasıl kazandı” diye sormak gerek.

Muhalif adayların “devletiyle barışık olmadığını” söylüyor. Bakan Bey, belli ki hükümet ile devleti birbirine karıştırıyor. Kendisini devlet yerine koyuyor, devlet zannediyor.

Bu ancak bir diktatörlük için mümkün olabilir, bir demokrasi için değil! Hükümet, demokrasiye gerçekten inanıyor, halkın oyuna gerçekten değer veriyorsa, muhalif belediye başkanı-iktidarın belediye başkanı ayrımı yapamaz, yapmamalıdır.

Ama derseniz ki “Bunların demokrasiden anladıkları bu kadar”, size haklı olduğunuzu söylemem gerekir!

Hem savcı hem yargıç

TELEVİZYON ekranlarına sıkça yansıyor. Bir hükümet yetkilisini, bir toplantıda ya da bir miting alanında protesto etmeye kalkanlar, önce o yetkilinin korumaları tarafından bir güzel dövülüyorlar.

Sonra da kargatulumba edilip, savcının karşısına çıkarılıyorlar.

Artık savcısına göre sıkı bir davaya muhatap da olabiliyorlar, biraz nasihat ile salıverildikleri de oluyor.

Normal bir demokraside pek rastlanmayacak bir durum.

Zaten bizim yetkililerimizin yabancı ülkelerdeki toplantılarda böyle durumlarla karşılaşıp da polisin bir şey yapmadığını görünce şaşırmalarının nedeni de bizdeki bu alışkanlık.

Normal olanı, muhalif sesin o ortamdan medeni şekilde uzaklaştırılması olmalı.

Protesto özgürlüğünün sınırını belirleyecek olan şey, kamu düzeninin ve toplantıya katılanların güvenliğidir ve bizdeki gibi kafa göz yarmak bir demokrasi için kabul edilebilir bir durum değil.

Bu kültürün devamı ise muhalif yazarların yazdığı gazeteleri yok etmeye çalışmak şeklinde tezahür ediyor.

Medyanın tümünü ele geçirme ihtirası böyle sonuç veriyor.

Başbakan, muhalefet liderlerini bu işe karşı çıktıkları için “medyanın avukatı” olmakla suçluyor.

Kendisinin hem savcı, hem yargıç hem de infaz memuru rolünü severek üstlendiği bir tartışmada bile belli ki “savunma hakkına” tahammülü yok. Bunun bir gün kendisi için de gerekeceğini ne yazık ki düşünemiyor!

Recep Bey’in ruh durumu incelenmeli

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ı dinlerken bazen gerçekten gülme krizine giriyorum.

Öyle şeyler söylüyor ki, muhatabının ismini çıkarıp kendi adını yazarsanız da söyledikleri geçerliliğini korumaya devam ediyor. Psikologlar buna ne ad veriyorlar bilmiyorum ama şunu söylemeliyim ki bu bir tür suçluluk duygusunun dışa vurumu olmalı. Başkası üzerinden yapılmış bir tür günah çıkarma!

Bakın Adıyaman ve Kahramanmaraş gezisindeki mitingde söylediği sözlere:

“Baykal, sen önce Hazine’nin sana yapmış olduğu resmi yardımdan yaklaşık 1 trilyonluk yolsuzluk yaptın. Anayasa Mahkemesi bunu tescil etti, bunun hesabını ver! Önce bunu hallet!”

Şimdi bu cümledeki “Baykal” adının yerine mesela “Abdullah Gül” adını koyalım. Ya da “Necmettin Erbakan” adını!

Mahkemenin tescil ettiği bir yolsuzluktu bu. “Kayıp trilyon davası” olarak hafızalarınızdadır.

O kayıp trilyonun suçlusu olduğu mahkemece karar verilen kişinin cezası bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle kaldırıldı. Diğeri dokunulmazlık zırhının arkasında Çankaya’ya kadar ulaştı.

Erdoğan da 1 trilyon lirayı yok eden partinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı idi. O vakit bu paranın nasıl yok edildiğini görmemiş olması, sizce mümkün mü? Aynı cümlede yine “Baykal” adının yerine, Recep Tayyip Erdoğan’ın adını yazın. “Kayıp trilyon kararı” yerine yazabilecek iki mahkeme kararı var elimizde.

Biri Anayasa Mahkemesi kararı: AKP’nin şeriat düzeni isteyen bir parti olduğunu tescil edip Hazine yardımı kesintisi cezası veren karar!

Diğeri ise hapis yatmasına neden olan “halkı kin ve nefret duygularıyla bölmek suçu” ile ilgili karar. “Dinime küfreden Müslüman olsa” atasözünün 21. yüzyıl versiyonu da böyle olsa gerek!