HÜRRİYET

Hükümet var, iktidar yok!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bir süre önce gazetecilerin bir sorusunu yanıtlarken Kuzey Irak’a yapılacak bir sınır ötesi operasyon için “Silahlı Kuvvetlerimiz’den böyle bir talep gelirse değerlendiririz” demişti.

Dün de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, yine gazetecilerin sorduğu bir soruyu yanıtlarken, “Hükümete bu konuda yazılı talep veremem. 12 Nisan’da sözlü olarak söyledik” dedi.

Dün takvimlerdeki tarih 31 Mayıs idi. Demek ki sınır ötesi bir operasyon için askerin yaptığı “sözlü isteğin” üzerinden 1.5 ay geçmiş.

Hükümetin bugüne kadar bu konuda bir karar almamış olduğu da sır değil.

Bu da bize gösteriyor ki hükümet açısından böyle bir kararın verilebilmesi sadece “askerden gelen isteğe bağlı” değilmiş. Başka değerlendirmeler de yapılıyor olmalı ki bugüne kadar bir karar oluşmuş değil.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim konu devletin en üst kadrolarının, son derece hayati bir konuyu kamuoyunun önünde tartışıyor olmalarındaki tuhaflık.

Konu özelliği gereği çok yönlü değerlendirmelerin yapılmasını gerektiriyor ve böyle bir tartışmanın gazetecilerin sorularına verilen yanıtlarla herkesin önünde yapılması kabul edilebilir bir şey değil.

Bu, devletin en üst kadroları arasında ciddi bir iletişim sorunu olduğunu gösteriyor.

Başbakan’ın, kendisinin siyasi olarak alması gereken bir karar için “askerden talep beklemesi” de, bir hükümetin varlığını ama gerçek iktidarın yokluğunu da gösteriyor.

Türkiye, yönetim aczi içinde karar alamayan bir hükümete ve birbirleriyle gazeteciler aracılığıyla konuşan devlet yöneticilerine sahip!

Türkiye Cumhuriyeti, sanıyorum tarihinin hiçbir döneminde bu kadar yönetim boşluğu içinde yaşamamıştı.

Yakında Orhan Pamuk olacakmışım!

BİR eşarp firmasının türbanlı bir kadın fotoğrafının üzerine “Giyinmek güzeldir” sloganı yazdığı afişleri sokaklara asması, bazı kişilerde “türban reklamı yapılıyor” duygusu uyandırmıştı.

Bunun doğru bir yaklaşım olmadığını anlattığım yazıdan sonra şöyle bir okuyucu mektubu aldım: “Böyle devam et, yakında Orhan Pamuk da olursun.”

Bu bir eleştiri olarak söylenmiş ama iltifat olarak algıladığımı belirteyim.

Önceki gün de Ayşe Arman bu görüşümle biraz eğlenmiş, bana teşekkür ediyor, kendisinde Türkiye’yi bölme gücü gördüğüm için. Sorunumuz en temelinde bu işin bir tür “cadı avına” dönüşmüş olması.

Türkiye’yi inananlar-inançsızlar olarak ikiye ayıran ve hayata bakışlarında her adımlarını bu karara göre atanların varlığı bir sır değil.

Bunun tersi laikler-şeriatçılar ayrımı için de geçerli.

Ne birinci grubun “inançsız” dediği insanların hepsi inançsız, ne de ikinci grubun gözündeki “şeriatçıların” hepsi şeriatçı!

Bu çok açık bir gerçek olarak önümüzde durduğu halde küçük grupların sesi o kadar gür çıkıyor ki Türkiye giderek derin bir bölünmeye doğru ilerliyor.

Mayo reklamlarından etkilenip türbanını çıkartan nasıl yoksa türban reklamından etkilenip tesettüre girecek kimse de olmayacak.

Türbana ben de karşıyım, kadınların toplumsal yaşam içinde yer alabilmelerini bazı örtünme kurallarına bağlayan anlayışla mücadele edilmesi gerektiğine inanıyorum. Ama sırf türban takıyor, öyle yaşamayı tercih ediyor diye kimseyi sorgulamaya hakkım olmadığına da inanıyorum.

Başkasının yaşam biçimine saygı göstermeyenlerin, günün birinde kendi yaşam anlayışlarının da sorgulanabileceğini hiç akıllarından çıkarmaması gerektiğini düşünüyorum.

Sezen Aksu kime hitap eder?

MTV Türkiye, Sezen Aksu ve Ajda Pekkan’ın şarkılarını “30 yaşın altına hitap etmiyor” gerekçesiyle yayınlamama kararı almış.

Dün Hürriyet’te Sezen Aksu’nun bu konudaki sorulara verdiği mütevazı yanıtı siz de okumuş olmalısınız.

Bir süredir Türkiye’de medya dünyasında bir moda var: O haberi neden yayımlamadın, bu fotoğrafı neden öyle bastın, o programı neden kısa kestin gibi bir tartışma.

Her yayın organının kendi yayın politikası olduğunu ve o politika içinde bazı haberleri neden verip, bazılarını neden yayımlamadığını sorgulamak kadar saçma bir şey olmayacağını bilecek kadar bu meslekte eskidim.

Çünkü yayın organları arasındaki farklılıkları zaten bu kararlar oluşturur ve okuyucu ya da izleyici de bu kararlara bakarak seçimlerini yapar. Gerisi boş laftan ibarettir.

Bu nedenle MTV yöneticileri bu yazımı bu tür bir tartışma olarak algılamasınlar. Elbette ne yayınlayacaklarına onlardan başka kimse karar veremez.

Ama yine de şunu söylemeliyim ki ciddi bir hata yapıyorlar:

Sezen Aksu’nun şarkılarını “kategorize edeceksek”, bunu hitap ettiği yaş gruplarına ya da sosyal sınıflara göre yapamayız.

Çünkü o şarkılar doğrudan kalbimize hitap ederler. İnsan kalbine!

Ve o şarkılar, zengin ya da yoksul, genç ya da yaşlı birçok insanın kalbinde aynı titreşimleri yaratırlar.

Sezen Aksu’yu bunca yıldır ayakta tutan da bu özelliğidir zaten.

14 yaşındaki lise öğrencisi genç kız da o şarkılarla duygulanır, artık emekliliğine gelmiş bir memur da, parasını koyacak yer bulamayan bir zengin de!