Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

İktidar partisinin söyleyeceği olmalı

CEZA Muhakemesi Kanunu’nun 5 yıl önce değiştirilen ve uygulanması geçtiğimiz yılın son gününe bırakılan maddesi, altını çize çize “tutukluluk süresinin en çok” kaç yıl olabileceğini söylüyor: Ağır ceza mahkemelerinin görev alanında değilse 1 yıl, görev alanındaysa iki yıl!

Sonra da “zorunlu hallerde” bu sürenin ne kadar uzayabileceğini açıklıyor. Birinci grup için altı ay, ikinci grup için “üç yılı geçemez”!

Ve böylece Yargıtay’ın da yorumuyla tutukluluk süresi bazı davalar için on yılı buluyor!

Bu kanun değiştirilirken, amaç AB’ye uyumdu. Uzayan tutukluluk süreleri nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin mahkûm edilmesinin önüne geçmekti.

Bu durumda iki olasılık var: Ya AKP hükümeti, bu kanunu değiştirirken AB’ye uyum konusunda samimi değildi, maddeyi öyle formüle ettiler ki hiç bir şey değişmedi. Ya da bu kanun maddesini yazan arkadaşlar, bir virgülün yerinin değişmesinin, bir kelimenin fazladan yazılmasının bir kanun maddesini nasıl etkileyebileceğini düşünmekten acizdiler!

Böylece başladığımız noktaya da geri dönmüş bulunuyoruz!

Bu kanun ile ilgili tartışma başladığından beri merakla bekliyorum, hepsi çok konuşmayı seven AKP yetkililerinden kimse bir şey söylemiyor.

Bu madde değişirken kanun koyucunun iradesi ne idi, ne amaçlanmıştı? Hiçbiri çıkıp bir açıklama getirmiyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kanunu çıkaran kendisi değilmiş gibi “Konu yargının tasarrufunda. Gerekirse yasal düzenleme yapılır” diyor. Gerekip gerekmediğini bilecek olan kim?

Elbette kimse, suçluların kanunların açıklarından yararlanarak serbest kalmalarını istemiyor.

Sadece adalet isteniyor. Yargılamalar uzun sürmesin, suçlular zamanında cezalandırılsın, suçsuz insanlar gereksiz yere özgürlüklerinin kısıtlanmasından kurtulsun!

Bunun neden yapılamadığı çok açık: Devlet, kanun yürürlüğe girene kadar geçen beş yıl içinde üzerine düşeni yapmadı. Soruşturmalar hâlâ eksik yapılıyor, deliller düzgün toplanamıyor, iddianameler yetersiz, mahkemelerin iş yükünü hafifletecek düzenlemeler ve yatırımlar yapılmadı!

Ve şimdi bu devleti yönetmekten sorumlu olanların yapamadıkları işin cezasını suçsuz vatandaşlar çekecek.

Ortadan kaybolup, hiç konuşmamalarının nedeni bu olabilir mi acaba?

Dünyada ‘yandaş medya’ gibi rahatlık var mı?

SON partide yayımlanan WikiLeaks belgelerinin bir tanesinde eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, THY’nin uçak alımları sırasında bir iş adamının Boeing’in Türkiye temsilcisi olmasını istediğine ilişkin bir istihbarat notu da var.

Bunun neden istendiği açık: Satış komisyonu bizim arkadaşlardan birine gitsin!

Elbette bir istihbarat notuna bakarak bunu gerçekmiş gibi kabul edemeyiz. Ama hiç kuşku yok ki üzerinde durulması ve ciddiyetle soruşturulması gereken bir iddia bu.

Benim ilgimi çeken şey ise “yandaş medyanın” bu konudaki tutumu oldu.

Sabah, şöyle bir manşet atmış: “WikiLeaks’ten yeni balon!” Haberin içinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, bir Türk astronotun da uzaya gönderilmesini istediği bilgisi var ve “Türk liderler hakkında daha önce de asılsız iddialarda bulunan WikiLeaks”ten söz ediliyor. Ama Kemal Unakıtan’ın “temsilci pazarlığından” bir tek satırla bile bahsedilmemiş!

Star da haberi iç sayfalarında küçük vermiş, astronot pazarlığından söz ediyor, Kemal Unakıtan’dan satır yok!

Yeni Şafak da aynı şekilde haberi iç sayfalarında küçük vermiş, sadece astronot öyküsü var, Kemal Unakıtan yok!

Zaman da aynı yolu izliyor. Astronot pazarlığı var, Kemal Unakıtan ile ilgili gizli istihbarat notundan haber yok!

Yeni Akit (eski Vakit) ise son WikiLeaks belgelerinden hiç söz etmiyor.

İktidarın, “yandaş bir medya” yaratmak için neden bu kadar çabaladığı böylece bir kez daha ortaya çıkıyor!

Yanıt bekliyoruz!

BİZİM kamu yönetimi düzenimizde, işe gelmeyen konularda kamuoyunu aydınlatacak açıklama yapmak yerine, sipere yatıp, beklemek gibi bir adet var.

Böylece konunun unutturulabileceği düşünülüyor: “Yazar yazar sıkılır, vazgeçerler. Biz de bir şey olmamış gibi işimize bakarız!”

Ama gazetecilikte “fikri takip” diye de bir şey var. Konuyu yine Ankara ve Aydın’da içkili lokantalara baskın yapan polislere getireceğim.

Hatırlayacaksınız, Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği, içkili lokantalar ile bar, pavyon gibi yerlerin aynı şekilde değerlendirilemeyeceğini, 18 yaşından küçüklerin de aileleri ile birlikteyseler, içki servisi yapılmamak kaydıyla içkili lokantalarda
bulunabileceğini belirten bir mütalaa yazmıştı.

Bu polisler, o mütalaaya rağmen Ankara ve Aydın’da aileleri ve işletmeleri taciz etmekte bir sakınca görmediler.

Bunun neden olduğunu sormuştum, halen bir yanıt alabilmiş değilim. Tekrar soruyorum:

1- Bu polislerin bu mütalaadan haberleri yok muydu? Bunu bilmiyorlarsa görevlerini ihmal etmiş sayılmazlar mı? Bunun için ne ceza aldılar?

2- Bu polisler bu talimatı bile bile bu işi yaptıysalar, amaçları neydi? İşletmeleri taciz ederek rüşvet toplamak mı, insanları yaşam biçimlerini değiştirmeye zorlamak mı?