İktidar ve muhalefete birer sorum var
TÜRKİYE’de siyasetin sorunları çözmek için ortak bir yol aramak yerine, çene yarıştırmaktan ibaret olduğunun en güzel örneklerinden birini şimdi Oslo görüşmeleri üzerine yeniden başlayan tartışmada görüyoruz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, PKK ile görüşmelerin yapıldığı yolundaki iddialar ilk kez ortaya atıldığında bunun “yalan” olduğunu söylemiş, ispatlamayanın “müfteri” olduğunu ilan etmişti.
Daha sonra böyle görüşmelerin yapıldığının ilk işaretleri ortaya çıktığında da “Hükümet görüşmez, devlet gerekli görürse görüşür” demişti.
Sonra “devletin de görüştüğü” ortaya çıktı ama görüşmelere katılan bir kişi vardı ki, o Başbakan Erdoğan’dan doğrudan bir talimat almadan bu işin içinde olamazdı. O da bugünkü MİT Müsteşarı’dır, o tarihte Başbakan’ın ekibinde çalışan bir müsteşar yardımcısıydı.
Bunda da yadırganacak bir durum yoktu.
Zaten “devlet” dediğimiz organizma her neyse, iktidardaki sivil siyasetçiden onay almadan böyle bir işe girişemezdi. Hükümetten bağımsız hareket eden bir “derin devlet yapılanması” yoktuysa tabii!
Ama artık böyle bir şey olmadığını zaten bizzat Başbakan da geçmişte sık sık tekrarlamıştı.
Sonra bu tartışmanın üzeri küllendi. Başbakan da o arada “Kürt sorunu” demekten vazgeçti, “terör sorunu” demeye başladı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, terör sorununu çözmek için “elini taşın altına koymaya hazır olduğunu, gerekirse bunun siyasi bedelini ödeyebileceğini” söyledi.
Her gün yeni şehit haberleri gelir, PKK iyice azgınlaşırken Başbakan kendisine uzatılan bu açık çeki bir kenara itti ve bu kez CHP’yi “PKK ile işbirliği yapmakla” suçlama aşamasına geçti.
Bunun üzerine bu kez CHP yöneticileri, Oslo görüşmeleri ile ilgili bilgileri açıkladılar.
PKK ile işbirliği yapanın, kendileri değil hükümet olduğunu göstermek için!
Bu tartışma karşılıklı suçlamalarla üzerinde tepinebileceğimiz beylik bir mesele çıkana kadar böylece sürer gider, havanda su dövülür, gencecik insanlar da ölmeye devam eder.
İktidar ve muhalefet partilerinin başkan ve yöneticilerine birer sorum olacak.
İktidar partisine: Sorunu çözmek için size açık çek veren bir eli tutup, siyasi sorumluluğunu birlikte taşımak üzere bu sorunu çözmek için cesur adımlar atmak mı daha doğru bir siyaset yapma biçimidir? Yoksa sonucu her ne olursa olsun muhalefetle kavga etmek mi?
Muhalefet partisine: Bu sorunu gerçekten çözmek istiyorsanız, bunu nasıl yapacaksınız? Savaşan taraflardan birinin yer almadığı bir “barış masası” kurulabilir mi?
PKK’nın insan kaynağını kurutmak için
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, terör ile mücadele konusunda yeni ve kapsamlı bir yol haritası açıklamaya hazırlanıyormuş.
Sabah’ta Yahya Bostan’ın haberine göre terör ile üç aşamalı bir mücadele öngörülüyor.
Güvenlik güçleri artık karakollarda oturup beklemeyecek, proaktif olacakmış.
Demokratikleşme çerçevesinde seçim barajı da indirilecek, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılacakmış.
PKK mensuplarına da daha güçlü bir “Silahı bırakın” mesajı verilecekmiş.
Başbakan’ın bugüne kadar kaç kere böyle planlar açıklamaya hazırlandığını hatırlayamadım bile.
Ne zaman şehitlerin sayısı artma eğilimi gösterse benzer şeyler söyleniyor, gazetelerde okuyoruz.
Bu “yol haritasında” PKK mensuplarına daha güçlü silahı bırakma çağrısı yapılması meselesine takıldım. Bugüne kadar bu çağrı kim bilir kaç kere tekrarlandı ama bir yere varılamadı.
Varılamadı, çünkü silahını bırakıp teslim olacak olanları hapishaneden başka bir şey beklemiyordu.
Biliyorum ki bunun sözünü etmem bile çok tepki çekecek ama tepki göreceğim diye doğru bildiğimi söylemekten vazgeçecek de değilim.
Eğer PKK mensuplarına gerçekten güçlü bir “Silahı bırak” çağrısı yapılması isteniyorsa, bunun tek yolu genel aftır.
Silahı ile gelip teslim olana, kimlik değiştirme ve hayatını kazanma güvencesini de içeren bir af.
Dünyanın başka yerlerinde bu mesele böyle çözüldü, burada da böyle çözülebilir.
Elbette bunu yapacak olan iktidarın kısa vadede oy kaybetmesi de söz konusudur ama uzun vadede kazanan, bu sorunu etkili yöntemlerle çözenler olacaktır.
Dokunan yanar!
ANAYASA Mahkemesi, CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal ile MKYK üyesi Ali Kılıç için ödenen mahkeme masraflarının parti tarafından karşılanmaması gerektiğine karar verdi.
CHP bu nedenle Hazine’ye 47 bin liraya yakın bir ödeme yapacak.
Söz konusu harcama, Deniz Feneri e.V. tarafından Almanya’da Baykal ve Kılıç’a karşı açılan tazminat davalarının avukatlık giderlerini karşılamak için yapılmış.
Hiç şaşırmadığımı söylemeliyim.
Deniz Feneri’ne dokunan yanar, bunu artık hepimiz biliyoruz.
Olayı Türkiye’de soruşturan savcıların başlarına neler geldi hatırlayalım.
Görevlerinden alındılar, Yargıtay’da yargılanacaklar, meslekten atılma ve hatta hapis cezası tehdidi ile karşı karşıyalar.
CHP de benzer bir bedel ödeyecek tabii. Partiyi hapse tıkmak mümkün olmadığı için para cezası ödettirecekler.
Böylece bundan sonra Deniz Feneri ile uğraşacak olanlara da “güçlü bir mesaj” verilmiş olacak ki herkes aklını başına toplasın, Deniz Feneri’ni diline dolamasın!