İmamın yaptığını yapma!
KADIN Girişimciler Derneği, kadınların iş yaşamı içinde serbestçe yer alabilmeleri için bir toplantı düzenledi.
Toplantının davetlileri arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül de vardı.
Dernek Başkanı Gülseren Onanç, “Hayrünnisa Hanım’da kadın girişimci potansiyeli olduğunu ve geçmişte de önemli bir girişimci olduğunu bildikleri için toplantıya çağırdıklarını” söyledi.
Onanç, “Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ettiğimizde kendisi bize, eşi izin verseydi eğer, ülkenin önemli kadın girişimcisi olacağını anlatmıştı” dedi.
Abdullah Gül, Hayrünnisa Hanım’a acaba neden içindeki girişimciyi ortaya çıkarma izni vermedi?
“Ne olur ne olmaz, para batar” diye mi, yoksa “kadının yeri evidir” ideolojisinin savunucusu olduğu için mi?
Büyük olasılıkla ikincisi olsa gerek. Çünkü biliyoruz ki Cumhurbaşkanı, çocuk yaştaki oğullarının sahip olduğu girişimci ruhu ortaya koymasına itiraz etmiyor hatta bundan gurur da duyuyor.
Kendimize “iyi bir rol modeli” seçtiğimizden kuşkuluyum.
Çocuk yaşta bir kızla evleniyor, sadece başını örttürmekle kalmıyor, bir de onu eve kapatıyor!
Tam da “imamın yaptığını yapma sakın” durumu.
21. yüzyıl Türkiye’si için ne acı bir tablo!
Başbakan, belediye başkanı olamazdı
AKP’nin yerel yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi, yerel seçimlerde aday olacak partililerde bulunması gereken 14 özelliği belirledi.
AKP’li belediye başkan adaylarında aranacak şartlar şunlar:
“İyi bir görüntü vermesi, güven telkin etmesinin yanında dürüst, liyakatli, üretken, hizmet etmeyi seven, pratik, atak, misyon ve vizyon sahibi, başarılı yöneticilik geçmişi olması, demokratik kültüre sahip, katılımcılığa açık, sivil toplumu önemseyen, toplumsal gelişmelere duyarlı, milletimizin değerlerini ve medeniyet havzamızın koordinatlarını iyi okuyabilen, değişimi takip eden değil, bizzat gerçekleştiren, kendini değil kentini düşünen bir yapıda olmaları.”
Bunu okuyunca “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan iyi ki AKP’den değil de Refah Partisi’nden belediye başkanlığına aday olmuş” diye düşündüm. Çünkü Refah Partisi bu özellikleri arıyor olsaydı, Recep Tayyip Erdoğan ismi belki de siyaset dünyamızda hiç bilmediğimiz bir isim olarak kalacaktı.
“İyi görüntülü, dürüst, medeniyet havzamızın genel koordinatlarını doğru okuyan” gibi sübjektif özellikleri bir kenara bırakıyorum. Bu konularda herkes farklı düşünüyor olabilir.
Ama “başarılı yöneticilik geçmişi, demokratik kültüre sahip olması, katılımcılığa açık olmak, sivil toplumu önemsemek” gibi konulara gelince Erdoğan, belediye başkanı olmasını sağlayabilecek notu almayı başaramazdı gibime geliyor.
Ülkenin şunca senelik başbakanı olduğu için bu konularda nasıl bir tutum izlediğini hepimiz biliyoruz.
Sivil toplum kuruluşları ona göre “hariçten gazel okuyorlar” çünkü.
Demokrasi değerlerini ne kadar içselleştirmiş olduğu da malum. Kızdığı gazeteciyi “akreditasyon yenilemeyerek işten atmak” en son yaşadığımız örnek. Temel özgürlüklerden anladığı tek şey ise türban serbestliği!
“Başarılı yöneticilik geçmişi” konusuna ise hiç girmiyorum!
Öte yandan dün gazetelerde Başbakan’ın, Obama’ya verdiği bir “tavsiyeyi” de okudum.
Başbakan, yeni ABD Başkanı’na “Dik dur ama kavgacı olma” önerisinde bulunmuş.
O sözü söylerken aklından aynaya da bakmak geçti mi, çok merak ediyorum.
AB yolunda polis çevirmesi var!
ADALET Bakanlığı bütçesinin tartışıldığı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında AKP Yozgat Milletvekili Abdülkadir Akgül şöyle konuştu: “Devlete karşı suç işleyen varsa, elbette vurulacaktır.”
Tartışma, devlet güçleriyle silahlı çatışmaya girenlerle ilgili değil.
Son yıllarda giderek sıklaşan “dur ihtarına uymadığı için adam vurma” olayları ile ilgili.
Akgül’ün “Ben vurmaktan hoşlanan bir adam değilim, ama devletim ve milletime karşı gelenleri elbette vurmaktan hoşlanacağım. ’Dur-vur’ yasasına göre, devlete karşı suç işleyenler varsa elbette vurulacaktır. Türkiye’de adalet herkese fazlasıyla uygulanıyor zaten” sözlerini bir kenara not edin ve arada bir çıkarıp okuyun derim.
Başbakan “sabrı taşınca kendi hukukunu korumak için silaha sarılmayı” olağan buluyor, milletvekili de kolluk görevlilerini hem savcı, hem yargıç, hem de infaz memuru yerine koyabiliyor.
Türkiye’yi işte böyle bir zihniyet yönetiyor.
Ve bu zihniyet, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyacakmış!
Gülsek mi, ağlasak mı bilemeyeceğimiz bir durumdayız!