Cumhurbaşkanlığı şeffaf olmalı
CUMHURBAŞKANLIĞI bir “kurumsal kimlik çalışması” başlatmış. Bugüne kadar bunun yapılmamış olduğunu okuduğumda şaşırdığımı söylemeliyim.
Elbette, Cumhurbaşkanlığı’nın Anayasa, yasalar ve devlet protokolü ile tarif edilmiş bir “kurumsal kimliği” var ama sadece bunların yeterli olmayacağı da bir gerçek.
Cumhurbaşkanlığı ambleminin kartvizitlerde nasıl kullanılacağından tutun da, Köşk’teki bardakların, tabakların üzerine nasıl işleneceğine kadar bir dizi “günlük yaşama ilişkin konunun” da tarif edilmiş olması gerekiyor.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’nin açıklamalarından öğreniyoruz ki bugüne kadar böyle bir ihtiyaç duyulmamış. Büyük olasılıkla sadece “geleneklerin” belirlediği bir yol izlenmiş. Bu vesileyle Cumhurbaşkanlığı amblemi de yenilenecekmiş.
Çalışmaların pratik sonucu şu olacak: Cumhurbaşkanlığı’na ait her şey yenileriyle değiştirilecek.
Antetli káğıtlar, kartvizitler, dosyalardan tutun da, peçetelere, bardaklara, fincanlara, yemek takımlarına kadar her şey.
Bunun böyle bir kriz ortamında gereksiz olduğu söylenebilir. Bilemiyorum. “Bu işe dünyanın parası harcanacak, hiçbir şey yapılmasın” gibi bir düşünceye sahip değilim. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlık makamının kurumsal imajını korumak için harcayacak parası elbette her zaman vardır, olmalıdır.
Ben şöyle bir uyarının daha doğru olacağına inanıyorum: Her ne yapılacaksa, şeffaflık içinde hareket edilerek yapılmalı.
Halk zamanında bilgilendirilmeli, harcanacak her kuruşun hesabı açık olarak ortada olmalı.
Böyle yapılmazsa “kurumsal imaj yaratıyoruz” denilirken, hepimizin saygı duyması gereken bir kurumun imajı yerle bir edilebilir.
Cumhurbaşkanı hediyeleri ne yapıyor?
CUMHURBAŞKANLIĞI Genel Sekreter Yardımcısı Emin Kuz, Cumhurbaşkanı’na verilen hediyeler ile ilgili olarak Melih Aşık’a bir açıklama yollamış. Açıklamayı cumartesi günkü Milliyet’te okudum.
Emin Kuz’un söylediklerine iki itirazım var:
1- Genel Sekreter Yardımcısı “Hediyelerin kayda geçirilmesi ve muhafazası konusunda herhangi bir yazılı düzenleme bulunmamaktadır” diyor.
Rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele için çıkarılan kanun ve bununla ilgili yönetmelik, kamu görevlilerinin kabul edebilecekleri hediyelerin üst sınırının ne olduğunu, değer tespitinin nasıl yapılacağını ve buna göre hediyelerin nasıl kayda alınacağını açıkça tarif ediyor.
Kuz Bey şu soruyu da yanıtlarsa iyi olacak: Cumhurbaşkanı, kanunların üzerinde midir? Cumhurbaşkanı dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu bunu da kapsamı içine alıyor mu? Cumhurbaşkanı’nın yasalara uymak konusunda vatandaşlara örnek olması gerekmez mi? Hele de böyle “ahlaki” konularla ilgili olarak!
2- Emin Kuz “Hediyelerin teatisinden sonra makul bir süre geçmeden kamuoyuna duyurulması milletlerarası nezaket kuralları ile bağdaşmayacağından kayda alınan hediyelerin bu safhada kamuoyuna açıklanması uygun bulunmamaktadır” diyor.
Kuz Bey hepimizi saf zannediyor olmalı!
Türkiye’ye yapılan ya da Türkiye’den dışarı yapılan, devlet başkanları düzeyindeki gezilerin yapıldığı günlerdeki gazetelere bir bakın. Kim kime ne hediye verdiyse o günkü gazetelerde yazılı olduğunu hatta bazen fotoğraflarının bile basıldığını göreceksiniz. Mesela İngiltere Kraliçesi geldiğinde alınan verilen hediyeler aynı gün gazeteler yansıdı. En son örneği de İsviçre’den gelen “Lozan Masası” olarak şu anda müzede duruyor.
Açıklama, bir kez daha hiçbir şeyi açıklamıyor. Yine soruyorum: Suudi Kralı’nın hediyeleri ne oldu?
Söz sırası şimdi Erdoğan’da
AKP için “Obama gibi geldiler, Bush gibi oldular” dediği için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “sevsinler seni” sözlerine muhatap olan Fehmitahakorukıvanç, ilk günlerdeki tutukluğunu üzerinden atmış görünüyor.
“Tutukluk” dediğim durum da zaten o yanıtı beklemiyor olmanın şaşkınlığından kaynaklandı sanırım. Çünkü o da en az Başbakan kadar ağzı laf yapan biri.
Nitekim dünkü Vatan’da yayımlanan söyleşisinde bunu gördük.
“Başbakan’da bir üslup sorunu olduğu kesin” diyor. Bunu yeni fark etmediğine eminim, çünkü bunu bizler hiç yazmadıysak bugüne kadar 100 kere yazmışızdır. Belli ki “Madem köprüler atıldı, ben de bir iki tane çakayım” diye düşünüyor.
Türkiye’de siyasetin bir türlü rayında gitmemesini Başbakan Erdoğan’ın bu üslup bozukluğuna bağlıyor.
Abdullah Gül başbakan, Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyor.
“Tayip Bey, bu üslup ve karizmayla cumhurbaşkanı olsaydı Türkiye normalleşirdi. Gül’ün görev süresi dolduğunda yer değiştireceklerini sanıyorum” diyor.
Öyle bir cümle ki neresini düzelteceğinizi bilemeyeceğiniz bir “deve” gibi!
1- Erdoğan, bu üslupla siyaseti rayına oturtamıyorsa; aynı üslupla nasıl herkesi birleştirici olması gereken bir makamda işleri “rayına” oturtabilecek?
2- Gül’ün görev süresi bittiğinde, AKP’nin Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçebilecek gücü kalacak mı?
Recep Tayyip Erdoğan, kendisine dolaylı olarak da olsa “İyi başbakan olamadı” diyen Fehmitahakorukıvanç’a ne yanıt verecek, çok merak ediyorum.
Söz sırası şimdi Erdoğan’da, heyecanla bekliyorum!