Kafası karışık bir kongre
DİYARBAKIR’daki Demokratik Toplum Kongresi’nin “Demokratik Özerklik Çalıştayı”ndan sonra yayımlanan metin ve tartışmaları deyim yerindeyse çelişkili duygular içinde okudum.
Sevindim, çünkü Türkiye’de her konunun kavga dövüş etmeden konuşulmasından yanayım.
Şiddete başvurulmadıkça, fikirler zorla insanlara dayatılmadıkça her türlü fikrin seslendirilmesi, sorunlarımızın çözümü için atılması gereken ilk adımdır.
Elbette peşin sevinmenin bu ülkede genellikle hayal kırıklıklarına yol açacağı gerçeği de aklımın bir köşesinde.
Sadece fikirlere yönelik “soruşturma açmak” da bu ülkenin geleneklerinden biri sayılır çünkü!
Üzüldüm, çünkü böylesine önemli bir konunun böylesine yüzeysel ve daha önce söylene söylene ezberlenmiş klişelerle dolu olması aynı zamanda fikri hazırlık konusundaki yetersizliğe de işaret ediyor.
Abdullah Öcalan’ın bir hayli karışık kafasından çıkan “yüksek fikirlerin” tekrarından başka da bir şey görmüyorum.
Sorun sadece Kürtlerle çözülecek değil. Ortak sorunumuzu ortak çözecek isek Türkleri de çözüme ikna etmek gerekmiyor mu?
Mesele böyle tek taraflı olarak ele alınabiliyorsa, “Türkler de ayrılmayı tartışabilir” diyenlere neden kızıyordunuz?
Bu arada Darwin’in “Türlerin Kökeni”ne katkı yapılması da ihmal edilmemiş. Kürtler, “insanlığın kök hücresi” olarak tarif ediliyor.
Bu kadarı “ari ırk” mucidi Hitler’in bile aklına gelmemişti. Böylesine “çiğ milliyetçi” bir söylemle çözüm aramaya çıkılır mı?
BDP liderlerinin ağzından en çok “dayatma yok” sözünü duyuyoruz ama daha “bismillah” demeden öz savunma güçlerinden, ayrı bayraktan söz etmek ne oluyor?
Bu sorunun demokratik çözümü isteniyorsa konuşmaya en sondan değil, en başından başlamak gerekmiyor mu?
40 değişik açıdan işkence filmi!
İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay, Dolmabahçe’deki olaylar sırasında öğrencilerin de polise bayrak sopaları ile saldırdığını, polisin öğrencilere vurmadığını, mecbur kalınca biber gazı kullandığını söyledi.
Bakan Atalay, bu bilgiye sahip olmak için olayları 40 değişik yönden izlediğini de söylüyor.
Demek ki Beşir Atalay’ın izlediği açılarda öğrenciler gelip gelip kendilerini polisin tekmesinin önüne atmışlar, kafalarını coplara vurmuşlar.
Olabilir, öğrenci dediğin durduğu yerde durmaz zaten, kafasını gözünü patlatmak için böyle işlere başvurdukları belli.
Ama bu gerçek bile olsa, Bakan’ın tespitleri, İstanbul’daki “işkence” ya da “efrada kötü muamele” suçunu ortadan kaldırmıyor!
Yerde tekmelendiği için bebeğini düşüren bir genç kadın var mesela.
Acaba o sahne 40 değişik açıdan nasıl görülüyor?
Biber gazına maruz kalmış öğrencileri bir otobüsün içinde saatlerce tıbbi yardım sağlamadan bekletmek var bir de!
Acaba değişik açılardan bu nasıl görülüyor diye sormayacağım. İsveç’te polisin bir yerde topladığı göstericilere saatlerce su vermemesini “işkence” olarak niteleyen bir mahkeme kararı bile var! Biber gazına maruz kalmış gözaltındaki insanlardan tıbbi yardım esirgemek bundan kat kat ağır bir işkence değilse nedir?
Gözaltına sağlam girip, kırık bir burunla salıverilen genci de unutmayalım.
O da içerde kendini duvarlara mı vurup kırdı burnunu? O kamera görüntülerini bir yandaş yayına sızdırmaya ne dersiniz Beşir Bey?
Bakanlık düzeyine ulaşmış bir siyasetçinin demagoji yapmak yerine, kanunların uygulanmasını takip etmesini beklerim. Kanunlarımızda işkence ve efrada kötü muamele diye bir suç var, bilmiyorum o kanun metni İçişleri Bakanlığı arşivlerinde de yer alıyor mu?
USİDER Yönetim Kurulu’nun açıklaması
LONDRA’daki Yunus Emre Kültür Merkezi ile ilgili haberler üzerine yazdığım yazıya USİDER Yönetim Kurulu’ndan bir açıklama aldım. Dün de Remzi Gür’ün bu konudaki açıklamasını sizlere sunmuştum.
Yönetim Kurulu’nun açıklaması ana başlıklar halinde şöyle:
* Yunus Emre Kültür Merkezi’nin binası USİDER’e ait. Dernek, bu binayı Yunus Emre Vakfı’na Türk kültür merkezi olarak kullanması için tahsis etmiş.
* Derneğin gelirleri bağış, yardım ve proje destek gelirlerinden oluşuyor. Yönetim Kurulu, bütün gelir ve gider işlemlerinin yüzde yüzünün bankalar üzerinden yapıldığını, mevzuata uygun olmayan yardımların dernek hesabına girmediğini belirtiyor.
* Hanefi Avcı’nın iddia ettiği gibi “cemaatin imamı” denilen kişi dernek yönetiminde tanınmıyor. Derneğin dışardan birileri tarafından yönetildiği iddiası “art niyet” olarak açıklanıyor.
* USİDER Başkanı’nın 6 yıl önce Deniz Feneri Derneği’nin başında bulunması ve Deniz Feneri e. V. Davasında adı geçen Kanal 7’nin sahibi Zekeriya Karaman’ın avukatı olması, bir avukatın hayatının doğal akışı içinde mesleki sorumluluk üstlenmesinin eleştirilecek bir husus olmadığı belirtiliyor . Yazımda buna dikkat çekmiş olmam “iyi niyetli” olarak yorumlanmıyor.
* Derneğin tüm iş ve işlemlerinin yasal olarak mevzuat çerçevesinde denetlendiği belirtiliyor. Bugüne kadar da bu konuyla ilgili olumsuz bir rapor yazılmamış, işlem yapılmamış. Derneğin faaliyetlerinin, web sitesi üzerinden şeffaf olarak izlenebildiği belirtiliyor.
Okuyucularımın bilgisine sunuyorum.