Kamu yönetiminin alıştığımız zaafı
Uydu haritasından bakınca görüyorsunuz ki Türkiye ile Suriye arasındaki sınırın Akçakale–Tel Abyad bölgesini birbirinden ayıran şey sadece ince bir çizgiden ibaret. O kadar ki Toprak Mahsulleri Ofisi’nden tükürseniz Suriye’ye düşecek kadar.Ve günlerdir o bölgeye mermi parçaları düşüyor. Beş vatandaşımızın hayatını kaybetmesinden önce de bombalardan iki evin duvarı yıkılmıştı. O gün bir can kaybının yaşanmaması sadece tesadüften ibaretti.
Geçtiğimiz hafta Akçakale’ye giden Radikal muhabiri Serkan Ocak’ın anlattıklarını Eyüp Can’ın köşesinde okudum. Şöyle anlatıyor:
“Akçakale’de ölüm göz göre göre geldi demek anlamsız olmaz. Çünkü geçen hafta Türkiye tarafına düşen bir mermi, tren istasyonunda bekleyen bir vagonu kullanılmaz hale getirmişti. Vagonun beş santimetrelik demiri paramparça olmuştu. Birkaç gün sonra atılan bir diğer mermi kaymakamlık binasına düşmüştü. Olayların bu noktaya gelmesi halkı tedirgin etmiş, vatandaşlar can güvenliklerinden endişe ettikleri için kaymakamlık binasına yürümüştü. Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç ise olayların ardından ‘kayda değer bir durum yok’ demişti.”
Durumun “kayda değer” olması için demek ki vatandaşlarımızın yaşamlarını kaybetmeleri gerekiyormuş!
Kamu yönetimi düzenimizin, kamu yöneticilerinin bir kez daha sorgulanmasını gerektiren eski bir alışkanlık bu: Apaçık ortada duran bir sorunu küçümseyerek, sorumluluktan kaçma alışkanlığı!
Kentin sınıra yakın bölümlerini boşaltmak, belli ki “kayda değer bir durum yok” diyerek vatandaşı yatıştırmaya çalışmaktan daha zor gelmiş.
Elbette kamu yöneticileri vatandaşları paniğe sevk edecek durumlarda yatıştırıcı olmalıdır ama bu esas meseleyi gözden kaçırma sonucunu da doğurmamalıdır.
Davutoğlu’nun elindeki tehlikeli silah
HÜKÜMETE bir yıl süreyle “savaş açma yetkisi” veren tezkere TBMM’den geçti.
Âdeta sınırsız bir yetki bu: “Hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için”!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun elinde bu nasıl bir tehlikeye dönüşecek, tahmin etmek zor değil.
Esad’ın kısa süre devrileceği hesabına dayanan politikası iflas edince, düşürülen uçağı da bahane ederek NATO’yu bir askeri müdahaleye razı etmeye çalışmış ve başarılı olamamıştı.
Şimdi bu müdahaleyi bizzat Türkiye’nin yapabilmesinin yolu açılmış oluyor.
Bir çılgınlık yapıp, Türkiye’yi ait olmadığı bir savaşa sokmaması için dua etmekten başka da çare yok sanırım.
Çünkü hırsı artık aklının önünde gidiyor, iflas eden politikasını kurtarabilmek için her şeyi yapmaya hazır bir görüntü veriyor.
Öte yandan bu tezkerenin Suriye halkının çektiği ıstırabı dindirmek için yararlı olabilmesi de mümkün, bunu da göz ardı edemeyiz.
Gerçi uluslararası iklim buna pek müsait değil ama Türkiye’nin müdahale etme olasılığı en azından sınır bölgemizdeki Esad rejimi katliamlarının durması sonucunu yaratabilir.
Dileyelim ki tezkere bu işe yarasın, Türkiye’yi ait olmadığı bir savaşın içine sürüklemesin.
Oyundu ama gerçek olacak galiba!
GEÇTİĞİMİZ ağustos ayının 24’ünde Hürriyet’te, Tolga Tanış imzalı bir haber yayımlandı.
Haber, Amerika’nın önde gelen 3 düşünce üretim kuruluşunun liberal bir kurum olan Brookings Enstitüsü’nde toplanıp, oynadıkları bir savaş simülasyonu ile ilgiliydi.
Üç kuruluş 24 Haziran 2012 tarihinde toplanmış, Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD’yi temsil eden üç takım halinde Suriye krizinde, olası savaş senaryolarını tartışmıştı.
Hürriyet muhabirinin edindiği bilgiye göre simülasyonda, Ağustos 2012’den Nisan 2013’e kadar bölgede yaşanacaklar tartışılmıştı.
Oyunda kilit ülke Türkiye olarak belirlenmiş, Türkiye’nin kendi başına müdahale etmeyeceği sonucuna varılmıştı.
Oyuna göre Türk ekibi uluslararası meşruiyet koşulu aramış, NATO’yu yanına almadan Suriye ile açık bir silahlı çatışmaya girmeyeceğinin altı çizilmişti. ABD ve Suudi Arabistan’ı temsil eden takımlar ise Türkiye’yi buna zorlamıştı.
Ne Esad rejiminin zulmünü artırması ne de artan mülteci göçü bu politikayı değiştirmeye yetmişti.
Ta ki Suriye tarafından atılan bombalar Türkiye topraklarına düşene kadar!
Bundan sonra Türk ekibi sınırlı müdahale kararı almış, bunun sonucunda Esad düşmüş, Irak karışmış, Lübnan’da mezhep savaşına varacak kargaşalar başlamıştı.
Bu haberi Hürriyet’in internet sitesinden bulabilirsiniz.
Komplo teorilerine genellikle yüz vermem. Beş vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve TBMM’den savaş yetkisi veren tezkerenin çıkmasına yol açan bombalamanın da yukarıdaki senaryoyu gerçeğe dönüştürmek için yapılmış bir komplo olduğunu düşünmüyorum.
Ama görüyorsunuz ki hükümetlerin izlediği politikaları iyi takip edenler, biraz da akıl yürütmeyle bugün olabilecekleri aylar öncesinden tahmin etmişler.
Yani bizim devlet yetkililerimizin yapmadığını yapmışlar.
Bizim yöneticilerimiz de böyle bir değerlendirme yapabilmiş olsalardı, sınırın bu yakasında gerekli önlemleri alır, vatandaşlarının bundan zarar görmesinin önüne geçerlerdi.
Davutoğlu’nun Brookings Enstitüsü’nden bu simülasyonun tutanaklarını istemesi ve ileride neler olabileceğini bir kez daha düşünmesi iyi olur.
Bölgedeki bir savaşın yaratacağı tehlikeleri kendisi düşünemiyor ama hiç olmazsa düşünenlerin düşüncelerini okuyarak bir fikir sahibi olabilir!