TÜRKİYE’deki Deniz Feneri soruşturması ile ilgili yeni bir gelişmenin seçimlerden sonra olabileceğini yazmıştım.
Dün eski RTÜK Başkanı ve halen RTÜK üyesi olan Zahid Akman ve üç Kanal 7 yöneticisinin gözaltına alınmaları ile soruşturmada yeni bir aşamaya gelindiğini öğrendik.
Almanya’daki ilk Deniz Feneri e.V. davası 17 Eylül 2008 tarihinde sonuçlandı.
Frankfurt Mahkemesi, yardım paralarının çalınmasının asıl faillerinin Türkiye’de bulunduklarına dikkat çekmiş ve Zahid Akman ile Kanal 7’nin Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’a dikkat çekmişti.
O günlerde bu haberlerin yayımlanması, Başbakan’ın bazı gazetelere yönelik boykot çağrısı yapmasına da neden olmuştu, hatırlayacaksınız.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın konu ile harekete geçmesi 2008 yılının 26 Eylül’üne denk geliyor. Savcılık soruşturmayı başlattı ve ertesi gün Adalet Bakanlığı’ndan Almanya’daki dava dosyasının istenmesini talep etti.
Bundan sonrası Türkiye’nin en uzun süren soruşturması oldu.
Alman mahkemesinin kararı geldi, Türkçeye çevrildi. Alman savcının, ikinci Deniz Feneri soruşturması için Türkiye’den yardım talebinin tarihi de 20 Ocak 2009.
Türk savcıların Almanya’daki davada mahkûm olanların ifadelerini almak için Almanya’ya gitmeleri ise soruşturmanın başlangıcından 2.5 yıl sonrasına denk geliyor.
İlk gözaltıların soruşturmanın başlamasından 3 yıl 9 ay sonra, dün yapıldığını da biliyoruz.
Bu süreç boyunca soruşturmanın ağır yürümesi nedeniyle savcılığı çok eleştirdim.
Bu süre içinde şirketler kuruldu, bazı şirketler kapandı, muhtemelen önemli delillerin karartılması için fırsat doğdu.
Ama soruşturmayı yürüten savcıların haklarını da teslim etmem gerekir ki soruşturmanın gizliliği ilkesine örnek oluşturacak bir titizlikle sahip çıktılar, masum insanların suçluymuş gibi teşhir edilmesini önlediler.
Şimdi yeni bir aşamaya geldik.
Diliyorum ki bu soruşturma, örneklerini çok gördüğümüz soruşturmalar gibi olmasın. Sanıkların savunma hakları, kişilik hakları korunsun. Uzun süreli tutuklamalar bir cezalandırmaya dönüşmesin. Açık ve dolambaçlı olmayan bir iddianame hazırlansın, yargılama savunma hakkını kısıtlamayacak şekilde hızlı yürütülsün ve adalet bir an önce yerini bulsun.
UEFA’nın hatırlattığı evrensel kural
DÜN gazetelerden birinin sürmanşetinde Futbol Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Aydınlar ile şike soruşturmasını yürüten savcının görüşmeleriyle ilgili bir haber vardı.
Gazetenin manşeti şöyleydi: “Yargıyı bekleyemeyiz, delilleri gördük!”
Başlık sanki Mehmet Ali Aydınlar’ın ağzından çıkmış bir sözü aktarıyor gibi ama haberlerin içinde böyle bir ipucu yok.
Aydınlar, “Soruşturmanın bitmesi çok uzun sürebilir. Dolayısıyla biz delillere göre hareket etmek zorundayız. Ama şu anda bu kadar konuşalım” demiş.
Gizli olan hazırlık soruşturması evrakının, konu ne kadar acil olursa olsun başka kişilere gösterilmiş olabileceğine ihtimal vermiyorum.
Savcılık olsa olsa genel bir değerlendirme yapmış olabilir. Bunun da ne kadar doğru olduğu su götürür, çünkü kanun çok açık: Soruşturma, savunma hakkını zedelememek kaydıyla gizlidir!
Futbol Federasyonu, elbette kuvvetli bir şüphe nedeniyle şikeye karar verme hakkına sahip.
Ama bu şüpheyi güçlü kılacak hakem ve gözlemci raporlarını da birlikte değerlendirmek zorunda.
Bütün bu süreçte en doğru açıklamanın UEFA tarafından yapıldığına da dikkatinizi çekmek isterim. UEFA açıklamasında şöyle deniliyor:
“Bizim için hukukun temel kurallarından olan suçsuzluk karinesi esastır. Tersi ispatlanana kadar insanların masum olduğu bir evrensel hukuk kuralıdır.”
Siyaseti sokağa itmeyin
TUTUKLU milletvekillerinin serbest bırakılmaması üzerine CHP ve BDP’nin başlattığı “yemini boykot eyleminin” çözülmesi için alt seviyede bir gizli görüşme ve mesaj trafiğinin sürdüğünü Ankara’yı iyi izleyen gazeteciler yazıyorlar.
Ama bir yandan da gazete manşetlerinde ve televizyon ekranlarında iddialaşma sürüyor.
Milletvekillerinin 15 Temmuz’a kadar yemin etmedikleri takdirde üyeliklerinin düşürülmesinden ve bir yeni araseçimden söz ediliyor.
Bu yola başvurulmayacağını ümit etmek istiyorum.
Türkiye’de önemli iki siyasi akımı sokağa itmekten başka bir sonuç vermeyecek ve ülkeyi gereksiz bir kaosa sürükleyecek bir tutum olur bu.
Bu aşamada en iyisi parti liderlerinin artık bu konuda konuşmayı bırakmaları ve alt düzeydeki temasları sıklaştırıp, bir çözüm yolu bulmalarıdır.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, siyasi tecrübesi ve uzlaştırıcı kimliğiyle bu işi çözebilir, ona fırsat vermek gerekir.