Keşke ‘niyet okuması’ yapmasalardı
ESKİ başbakanlardan Tansu Çiller, 28 Şubat soruşturması çerçevesinde “mağdur sıfatıyla” savcılığa ifade verdi.
İfadesinde “komutanları görevden almak istediğini ama Necmettin Erbakan’ın ‘Süleyman Demirel imzalamaz’” diyerek bu öneriyi geri çevirdiğini söylüyor.
Keşke “niyet okumak” yerine kararnameleri hazırlayıp Köşk’e gönderselerdi. Kim bilir belki de Demirel, hükümetin bu kararlılığını görür, kararnameyi imzalar ve 28 Şubat denen dönemi belki de hiç yaşamazdık.
Merak ettim, acaba Çiller ifadesinde, “havada ikmal” taktiğiyle Erbakan’ın başbakanlıktan istifa etmesindeki rolüyle ilgili olarak da bir şeyler söyledi mi?
Bu sürecin tam olarak aydınlatılabilmesinin yolu ise nedense bir türlü açılmıyor.
Sürece adını veren 28 Şubat tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar üzerindeki gizlilik kaldırıldı ve kararlar TBMM’ye gönderildi. Ama bu kararların önemli kısmını zaten üzerindeki “gizlilik” devam ederken de zaten öğrenmiştik.
Önemli olan o toplantı ile ilgili görüşme tutanaklarıdır, kararlar tek başına bir anlam elbette ifade eder ama yetmez.
O gün komutanlar o kararlar alınmadığı takdirde bir darbe yapılabileceğinin sinyalini verdiler mi? Askerlerin bununla ilgili satır aralarına gizlenmiş ya da açıkça bir darbe tehditleri var mıydı? Kim ne dedi? Cumhurbaşkanı Demirel’in tavrı neydi? Koalisyon ortaklarından toplantıya katılan bakanlar ne yaptılar, nasıl bir tutum takındılar?
Sürecin aydınlatılması gerçekten isteniyorsa bunları bilmemiz gerekiyor.
Tutanakların milli güvenlik ile ilgili bölümlerindeki gizliliği sürdürerek, geri kalan bölümlerinin savcılığa da TBMM’ye de gönderilmesi doğru olur.
Erdoğan’ın ‘tek adamlık’ hevesi
BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ, “partili cumhurbaşkanı” tanımlamasına karşı çıkılmasını eleştiriyor. “Atatürk, İnönü ve Bayar da partili cumhurbaşkanı idi. Bu yeni bir olay değil, 1924 Anayasası’nda da vardı” diyor.
Günün modasına uygun olarak AKP’nin söyledikleri sözlere karşı çıkanlara da darbe sopası gösteriyor: “Bunu yasaklayanlar darbecilerdi” diyor. Böylece bu fikre karşı çıkarsanız otomatikman darbecilerin safına itilmiş oluyorsunuz. Uyanıklık böyle bir şey işte!
Artık ortaya çıkıyor ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “başkanlık sisteminden” umudunu kesmiş, şimdi “partili cumhurbaşkanı” olma sevdasına düşmüş, adamları zemin hazırlıyor.
Yakında sıkı bir demagojik bombardımana da hazır olun.
Bunun arkasından gelecek olan şudur: Turgut Özal da, Süleyman Demirel de, Abdullah Gül de “partili” değil miydi? İkisinin arasında önemli bir fark olduğunu, bir partinin üyesiyken seçilmiş olsalar da seçildikten sonra artık partilerini yönetemedikleri gerçeğini unutturmaya çalışacaklar ki tek maddelik bir referandumla meseleyi halledebilsinler. Bunu sonuna kadar zorlayacaklarına da emin olabilirsiniz.
Çünkü Başbakan Erdoğan’a sadece Cumhurbaşkanı olmak yetmiyor.
O aynı zamanda partisini de yönetmeye devam etmek istiyor ki her yetkiyi tek elde toplayabilsin.
Milletvekillerini seçsin, emrinden çıkmayacak bir başbakan atayabilsin, bakanların kimler olacağına karar verebilsin. Mevcut yetkilerine bir de bunu katabilirse, o zaman işte hayalindeki “tek adam” rejimini yerleştirmesi mümkün olabilecek.
Başbakan artık bunun için atağa kalkmış bulunuyor. Bu yasama döneminde yeni sivil, demokratik anayasa için söz vermişti, şimdi bunun için bir de son süre koydu: Aralık 2012!
Bir yandan Meclis’teki herkesle kavga edeceksin, diğer yandan onlarla bir masanın etrafına oturup yeni anayasa konusunda uzlaşacaksın ve bütün bunları üç ay içinde yapacaksın!
Belli ki niyet demokratik bir anayasa yapmaktan daha çok sistemi kendisine göre dizayn etmek!
Merak etmeyin ‘fitne’ çıkmaz!
GÜLEN cemaatinin önde gelen isimlerinden Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce, Rusya’nın Sesi Radyosu’na verdiği demeçte, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “bir
jest yaparak Cumhurbaşkan-lığı’na aday olmayacağını açıklamasını” istedi.
Böylece cemaatin bir “fitne olasılığına karşı” tercihini açıkça ortaya koyduğunu da söyleyebiliriz.
Bence Gülerce’nin ve diğer “fitne sokulursacıların” endişe etmelerine gerek yok, zaten böyle bir şey gerçekleşemez.
Birincisi zirvedeki ikilinin geçmiş hukuklarını yok saymamak gerek, politikacı da olsalar aynı davanın insanları, aralarında böyle bir sorun olmaz.
İkincisi ise seçimin özelliğinden ileri geliyor: Gül ve Erdoğan aynı anda adaylık konusunda ısrarlı olurlarsa kampanyayı kim yürütecek? AKP örgütüne hâkim olanın Erdoğan olduğunu unutmayalım. Gül de karşısına bütün bir parti örgütünü alarak seçime girmeyi göze alacak bir siyasetçi değil zaten.
İkili arasında sorun çıkma ihtimali, sadece Gül’ün yeniden partiye dönüp partinin başında başbakan olmak istemesi durumunda mümkündür ki bu Başbakan’ın partinin geleceği ile ilgili hesaplarını bozar, çatışma o zaman çıkar.
Bunun dışında Gül ile Erdoğan arasında bir sorun çıkmasını bekleyenler, çok beklerler.