Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kanunlar önünde eşitiz ama bazıları daha eşit!

BURSA’da bir tür “seks tarikatı” kuran kişinin yargılanmasına başlandı.

“Nitelikli cinsel saldırı” ve “tarikat kurup baş mevkiinde olmak” suçlarından 341 yıl 6 ay hapis cezası isteniyor.
Dünyanın her yerinde böyle tarikatlara rastlanabiliyor, Türkiye’ye özel bir durum sayılmaz.
İnsanların inançlarını sömürerek kendilerine göre bir düzen kuruyorlar, kimisi işi sekse kadar vardırıyor, kimisi sadece zenginleşiyor. Aralarında dini duyguları samimi olanlar da vardır mutlaka, her tarikat lideri için böyle bir genelleme yapmak istemem.
Haberde ilgimi çeken asıl yön ise sanığın yargılandığı suçlardan seks ile ilgisi olmayanı oldu. Yani “tarikat kurup, baş mevkiinde olmak” suçu!
İlginç bir durum!
“İnanç özgürlüğü” açısından meseleye bakacak olursak böyle bir suçun varlığını demokrasimiz açısından elbette tartışmalıyız.
İnsanların inançlarını nasıl yaşadıklarından kime ne? Bu ancak toplumsal yaşam için bir sorun yaratıyor ve başkalarının temel özgürlüklerine zarar veriyorsa kovuşturulabilecek bir suç olabilir.
Öte yandan bu özel durumda “herkesin kanun önünde eşit olduğu” yolundaki Anayasa hükmünün çiğnenip çiğnenmediği meselesi de var.
Memleket neredeyse tarikat liderinden geçilmiyor ama yargılanan sadece bir kişinin olması tuhaf değil mi?
Hatta bazı tarikat liderleri için özel uygulamalar bile yapılabiliyor, cenazelerine bakanlar, milletvekilleri katılıyor.
Yanlış anlaşılmasın, “Hepsini toplayıp hapse tıkın” demiyorum elbette.
Ama bir memlekette bir kanun varsa o kanun birisine başka, diğerine başka türlü uygulanmaz.

Demek ki Türkiye’de de olabiliyormuş

MEDENİ toplumlar, başlarına gelen felaketlerden dersler çıkaran toplumlardır. Günlük hayatımızda farkına bile varmadığımız birçok ayrıntı böyle gelişti. Yangın merdivenlerinden tutun da, cümle kapılarının dışa açılmasına, otomobillerde kemer takmaya kadar bir yığın uygulama!
İfade vermeleri için Van’dan İstanbul’a nakledilen 5 mahkûmun yanarak ölmesinden sonra yönetmeliğin değiştirilerek video konferans ile ifade alınabilmesinin mümkün kılınmasının sağlanması da böyle bir durum.
Adalet Bakanlığı yetkililerini, kamuoyunda infial yaratan bu durum karşısında gerekli yönetmelik değişikliğini süratle gerçekleştirdikleri için kutlamak isterim.
Demek ki Türkiye’de de yanlış giden bazı işler süratle düzeltilebiliyormuş, bürokrasi her zaman ayak bağı olmayabiliyormuş.
Elbette bu sorunun bugüne kadar nasıl olup da düşünülmemiş olduğu gibi bir meselemiz de var ama şimdi pişmiş aşa su katmanın zamanı değil.
Ancak bu sorun bu şekilde çözülmüş olmakla birlikte, “cezaevi araçları” sorunu olduğu yerde duruyor.
Bu vesileyle cezaevi nakil araçlarının da cezaevlerindeki kötü koşulların “tekerlekli devamı” olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Havalandırmaları yok, tutuklu ve mahkûmlar tahta sıralarda iki büklüm yolculuk ediyorlar, araçlar eski ve teknik olarak sorunlu.
Adalet Bakanlığı’nın bu soruna da el atması gerekiyor. Elbette bütün araçların bir anda yenilenmesinin nasıl bir bütçe gerektirdiğini tahmin edebiliriz. Ancak Bakanlık bir plan dahilinde bu sorunu çözmeye şimdiden girişmelidir.
Unutmayalım ki “işkence ve kötü muamele” yasalarımızda açıkça tarif edilmiş bir suç ve bunun ötesinde de gerçek bir insanlık suçudur.
Bu araçlarla nakli “işkence” diye nitelemek belki fazla ağır kaçabilir ama bunun en azından “efrada kötü muamele” suçu olduğunu tartışmak bile gereksiz!

Medyaya düşen görev

ANKARA’daki terör saldırısı karşı karşıya olduğumuz düşmanın tıynetini gösteriyor.
Bütün bir toplumu hedef alıyor, masum insanların en temel haklarına saldırıyor.
Çevremizdeki ve içimizdeki sorunlar sürmeye devam ettiği sürece de bu sorun ile birlikte yaşamaya alışmak zorundayız.
Bu süreçte medyaya önemli bir görev düşüyor.
Elbette böyle bir saldırı dünyanın her yerinde haberdir ve bunu yayımlamamak söz konusu olamaz. Ancak yayınlanan haberlerin içeriğine, haberin gazete ve televizyonlarda veriliş biçimine özel bir önem vermek gerektiği de açık.
Teröristin istediği toplumdaki korkunun ve nefretin büyümesini sağlamak ve bu amacına ulaşmasını engellemek de medyanın görevi olmalı.
Abartılı başlıklar korkuyu ve dehşeti büyütmekten başka bir işe yaramaz.
Televizyonların aynı görüntüleri defalarca tekrarlamaları da aynı şekilde!
Haber kanallarının olayın duyulmasından itibaren neredeyse saatlerce aynı görüntüleri tekrarlayıp durmalarının doğru bir şey olmadığı çok açık!
Terör ve terörist ortak bir düşman ve terörist saldırılar karşısında aynı ortak sorumluluk duygusuyla hareket etmek zorundayız.