Korsanın yaptığı yanına kár kalmasın!
DİYARBAKIR-İstanbul seferini yaparken kaçırılan yolcu uçağı ile ilgili soruşturma dosyası Çubuk Cumhuriyet Savcılığı’na gönderildi.
Bu durum, soruşturmanın “terör suçu kapsamından çıkarılacağını” gösteriyor.
Korsan, “ulaşım araçlarının kaçırılması ve hürriyeti sınırlama, çalışma ve iş güvenliğinin ihlali” suçlarından yargılanacak.
Bu durum da ortaya koyuyor ki yasalarımız, terör suçlarının tarifi açısından son derece yetersiz.
Bir uçağı içindeki yolcularıyla birlikte kaçıran korsanın, “mahkemede kravat taktı, zaten deliydi ve uyuşturucu etkisinde suçu işledi” denilerek çok yakında aramıza dönmesine şaşırmayalım.
Benzeri olaylar, örneğin Amerika’da, eylem amacına ulaşmasa bile şiddetle cezalandırılıyor.
“Uçağı kaçırırım ha” demek bile neredeyse uçağı kaçırmakla aynı derecede bir suç olarak yargılanıyor.
Bunu bir tek amacı var: Caydırıcı olmak. Benzeri bir eylem yapmaya kalkışanların iki-üç kere daha ne yapmakta olduklarını düşünmelerini sağlamak.
Benzeri bir uygulamanın bir turizm ülkesinde yapılmıyor olması ve suçun hafife alınması kabul edilebilecek bir durum değil.
Öte yandan bu olayda bir kez daha ciddi bir sorun yaşadık.
Televizyonlar ve radyolar, operasyon hazırlıklarını dakikası dakikasına yayınlayabildiler.
Uçakta gerçekten ciddi bir korsan olsaydı, dışarıda neler olup bittiğini kolayca izleyebilir ve geri dönülemez facialara neden olunabilirdi.
Bu tür suçların kamuoyundan gizlenmesi elbette mümkün değil ama hiç olmazsa olay sona erip, insanların yaşamları güvence altına alınana kadar daha sorumlu davranmak da bir zorunluluk.
Bunun basın özgürlüğü ile de bir ilgisi yok.
Muhalefetsizliğin cezasını çekeceğiz
DÜN piyasaya çıkan Tempo Dergisi’nin bu haftaki kapak konusu şu: “Keşke dedirten 20 Cumhurbaşkanı adayı.”
Dergideki haberi okurken muhalefetin bugüne kadar herkesin üzerinde birleşebileceği bir ismi aday olarak ortaya koymamış olmasının ne kadar büyük bir hata olduğunu bir kez daha gördüm.
Tempo, hepsi kendi alanında saygın ve Türkiye’nin büyük çoğunluğunun Cumhurbaşkanı olarak sevip sayabileceği 20 isim bulduysa, muhalefet çok daha iyisini yapabilirdi oysa.
Derginin ortaya koyduğu isimlerin hepsine katılmak gerekmiyor elbette.
Ama bu bize şunu gösteriyor: Bugün, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’dan daha çok bu makama gelmeye layık onlarca insan var ve biz sadece Erdoğan’ı konuşuyoruz.
Seçim günü yaklaştıkça da görülüyor ki muhalefetin izlediği yanlış strateji nedeniyle giderek daha çok sayıda insan bu fikre alışıyor.
Bu durumu benim gibi içlerine sindiremeyenler için ise söylenmekten başka bir çare kalmamış görünüyor.
Oysa muhalefet, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun “işte cumhurbaşkanı olacak adam” diyebileceği bir ismi ortaya koyabilir ve bunun çevresinde oluşturacağı kamuoyu ve yapılacak mitingler ile Erdoğan’ı hesaplarını yeniden gözden geçirmeye zorlayabilirdi.
Türkiye, siyaset yapmayı Ankara’da demeç vermek zanneden bir muhalefetin varlığının cezasını çekecek.
Şimdilik görünen gelecek bundan ibaret.
İlginç bir ’12 Eylül’ filmi
BUGÜN vizyona girecek olan “Zincirbozan” isimli filmi seyrettim.Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreçte meydana gelen olaylar hafızamda tazeliğini koruyor.
Filmi seyrederken yeniden o eski günlere döndüm.
Film ile ilgili izlenimlerim için önce şunu söylemeliyim:
Altı bölümlük bir televizyon dizisi olarak planlanan senaryonun, 100 dakikalık bir filme dönüştürülmesinde yaşanabilecek sorunlara rağmen ciddi bir film çıkmış ortaya.
Çoğunu ilk kez izlediğim oyuncuların da katkısıyla, belgesel tadında bir film bu.
Bu açıdan o günlerde neler olduğunu bilebilme olanağına sahip olmayan gençler için yararlı olabilecek bir film.
Filmin en önemli eksiği ise bütün o sürecin en önemli kahramanlarından biri sayılması gereken Alparslan Türkeş’in yok sayılması.
Bu da sanıyorum yukarıda sözünü ettiğim altı bölümlük diziden filme geçişteki zorluklardan kaynaklanıyor.
Bu açıdan bakınca Süleyman Demirel’in filmi izledikten sonra söylediği “Benimle ilgili bölümler çok gerçekçi” sözü de havada kalıyor. O dönemi anlatırken Alparslan Türkeş’in etkisinde kalmamış bir Süleyman Demirel portresi de yarım oluyor çünkü.
Öte yandan şunu da söylemeliyim: Bugüne kadar Türkiye’de belli bir dönemin siyasi olaylarını senaryosunun merkezine almış bir film hiç çekilmemişti.
Bu ilk örneği izlerken bunu da akılda tutmak gerekiyor.