Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Makedonya’da ’hain emeller’ beslersem ne olur?

RAHŞAN Ecevit’in, bütün Türkiye’nin “tapu devri yoluyla” işgal edilmekte olduğu ile ilgili görüşlerinin ulaştığı noktayı biliyorsunuz.

Ertuğrul Özkök’ün, Rahşan Hanım ile konuşmasını anlattığı yazısını okurken paranoyanın böylesine gülsem mi, kızsam mı, ağlasam mı şaşırmıştım.

Dün okuduğum bir haber, Türkiye’de yabancılar tarafından satın alınan taşınmazların sayısını resmi bilgilere dayanarak açıklıyor. Bugüne kadar 57 bin parça gayrimenkul yabancılar tarafından satın alınmış. Koca Türkiye için üzerinde konuşmaya bile değmeyecek bir rakam.

Yabancıların aldıkları gayrimenkuller ağırlıklı olarak Marmara, Ege ve Güney Anadolu’da yoğunlaşmış. Belli ki yazlık olarak kullanılmak üzere satın alınan mülkler söz konusu.

Türkiye’nin tapu devri yoluyla işgali propagandasına iman etmiş olanlar için hayal kırıklığı yaratacak bir durum bu.

Bir de şu var: Diyelim ki bütün olanaklarımı zorladım ve gidip dedemin memleketi Makedonya’da, Üsküp-Manastır civarında biraz arazi, ev vs. satın aldım.

Gizli amacım, silah zoruyla kaybettiğimiz ata topraklarımızı tapu devri yoluyla geri almak!

Ve yine diyelim ki bir gün gözümü iyice kararttım ve satın aldığım toprak parçasının artık Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu iddia ettim. Ya da o topraklarda bağımsız bir devlet kurduğumu ilan ettim.

Başıma neyin geleceği bellidir: Ya gelir beni silah zoruyla hapse tıkarlar ya da aklını kaçırdı diye tımarhaneye atarlar!

Türkiye’de de, dünyanın herhangi bir egemen ülkesinde de günün birinde satın aldığı toprağı “ilhak etmek” isteyenin başına aynen bu gelir, kimse merak etmesin!

Başbakan’ın arabasında korsan CD!

MİLLİYET’in “Televizyon Eki”nde okuduğum röportajında Kral FM’in Genel Müdürü Mehmet Akbay şöyle diyor: “Tayyip Bey’i bir ağabey gibi çok severim. Şu anda mesela üç arabasında 3’er, 4’er karışık CD var. Hepsini ben hazırlıyorum. Araya kendi markam “Gezegen Mehmet” cıngılını da koyuyorum. O da uzun yola gittiğinde bunları dinliyor. Kendi zevkime göre, onun seveceğini düşünerek hazırlıyorum.”

“Gezegen Mehmet Bey”in açıklamasını okuduktan sonra “inşallah, CD’lere kaydettikleri şarkıların söz yazarı, besteci ve icracılarının telif ücretlerini ödüyorlardır” diye düşündüm.

Biliyorsunuz, artık bu ödemeyi yapmak çok kolay.

İnternet üzerinden müzik satan sitelerden birine giriyorsunuz, istediğiniz şarkıyı bilgisayarınıza indirip, “kendi kullanımınız için” istediğiniz ortama aktarabiliyorsunuz.

İster i-pod’unuza kaydedin, ister bir CD’ye aktarıp kendiniz dinleyin. Bedelini kredi kartından öderseniz sorun yok. Ama bu bedeli ödemiyor ya da başkalarının kullanımı için de çoğaltıyorsanız yaptığınız işe günümüz dünyasında “korsanlık” deniliyor.

Geçenlerde “dini bütün bir siyasetçi” olduğunu açıklayan Başbakan’ın bu tür bir “hırsızlığa” tevessül etmeyeceğine inanmak istiyorum.

Dünya Kupası’ndan çıkardığım dersler

BİR Dünya Kupası daha sona erdi. Final maçını izlemek için gittiğim Berlin’den dönerken bu turnuvanın bende ne izler bıraktığını düşündüm.

İşte bulduğum yanıtlar:

Dünyanın en iyi futbolcusu da olsanız her şeyden önce “adam” olmanız, sinirlerinize hákim olmanız gerekiyor. Zidane’ın müthiş bir kariyeri kırmızı kart ile sonlandırmasındaki tutarsızlığa bakınca ilk ders bu olmalı diye düşünüyorum.

Bu kupa bize gösterdi ki dünyanın en üst düzeydeki hakemleri bile kolayca hata yapabiliyorlar. Saniyeler ve hatta saliseler içinde verilmesi gereken bir kararı, daha sonra televizyon stüdyosunda oturup al ileri-sar geri komutlarıyla yorumlamak ve bunu sistemli bir hakem kıyımına dönüştürmek belli ki sadece bize özgü. Bu turnuvada futbolda adı sanı duyulmamış ülkelerden hakemler varken bir tek Türk hakemin olmayışında bu kıyımın da rolü var gibi geliyor bana.

Dünyanın en üst düzey takımlarında bile işi gücü hakemi kandırmak olan futbolcular var. Belki hakemleri kandırabiliyorlar ama futbol kamuoyu onlardan nefret ediyor. Buradaki “artistlere” duyurayım istedim.

Berlin Olimpiyat Stadı’na giderken ve maçtan dönerken trafikte çektiklerimizi gördükten sonra İstanbul’daki Atatürk Olimpiyat Stadı’na gidip gelirken yaşanan trafik problemi nedeniyle Türk yetkililere haksızlık ettiğimize inanıyorum. Belli ki topu topu üç saat içinde 70 bin kişinin aynı yere gitmesi ve oradan dönmeye çalışması dünyanın her yerinde aynı sorunu yaratıyor.